Ne zaman başyazı dense, hemen aklıma gelen bir öyküyle başlayayım.
1974 yılı başı, Uğur Mumcu ile sahibi Kemal Bisalman ile pek anlaşamadığımız (kim anlaşıyordu ki zaten?) Yeni Ortam’da çalışıyor, bir yandan da Nadir Bey’in daveti üzerine Cumhuriyet’e gitmeye hazırlanıyoruz...
Uğur’la beni aynı yerde bir arada görünce, oralara pek uğramayan Bisalman, bir kez kendini alamadı yanımıza geldi ve hemen baklayı çıkardı ağzından:
- Şu Nadir Nadi’ye çok kızıyorum. Ona bir başyazı ile cevap vereceğim, ama birinci sayfada değil, son sayfada yayımlayacağım. Ne olur dersiniz?
Hiç bozmayıp, soğuk bir ifade ile yanıtladım:
- Ne olacak, başyazı değil, kıç yazı olur!..
Bozuldu âdeti veçhile, homurdanarak çıktı yazıişleri odasından.
Mehmet Altan’ın Star gazetesindeki başyazılarına son vermişler. Şimdi Mehmet Altan veryansın ediyor AKP iktidarına.
Ne biat kültürü ve ona uygun davranmayanlara yol verildiği kalıyor, ne basın özgürlüğünün ayaklar altına alınmış olması, ne yalnızca övmenin yetmediği, ayrıca bu övgüyü yalakalık sosuna sarıp sarmalamak gerektiği, ne gazetelerin nüfuz kullanarak, tehditle reklam aldıkları falan filan.
***
Önceleri bütün bunları okurken, tereddüde düştüm. Kendi kendime sordum:
- Acaba yanlış mı okudum, yoksa okuduğumu mu anlamadım?
Baktım, sözleri doğru okumuşum, yanlış anlaşılacak bir yönü yok.
O zaman da, şu soruyu sormam artık kaçınılmaz oldu:
- Ne oldu da Mehmet Altan hidayete erdi?
Hani Mehmet Altan olayların uzağında biri olsa, AKP’yi ve Tayyip Bey’i uzun zamandır tanımasa, belki yanlış tanı koyup yanılabilir, ama olayları görünce kısa sürede ayılabilirdi.
Öyle de değil ki!..
Bu Cumhuriyet’in mayasının bozukluğunu söyleyip, geçmiş Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni tepeden tırnağa yıkacak olan bir 2. Cumhuriyete davetiye çıkaran, AKP ve Tayyip Bey’in gelişiyle, Atatürk Cumhuriyeti ile tepeden tırnağa hesaplaşacak yeni bir dönemin açılacağını muştulayan Mehmet Altan değil miydi?
Yanılıyor muydu? Yoo, hayır!..
Bütün söyledikleri bir bir çıkıyordu.
Öyleyse bu öfke neye?
***
Demokrasinin rayından çıktığı, DGM’lerin yerini alan “özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kurulmasıyla belli oluyor” dediğimizde Mehmet Altan’ın yanıtı hazırdı:
- Olsun, askeri vesayeti tasfiye ediyorlar!
- Askeri vesayeti tasfiye edin ama hukuku çiğnemeden, sivil vesayet getirmeden.
- Aman diyordu, davanın özüne bak sen! Bunlar usuli şeyler, önemli değil.
Mustafa Balbay’ı içeri aldıklarında “Gazetecileri alıyorlar” diyorduk, yine aynı yanıt:
- Ergenekon onlar, gazetecilikten yatmıyorlar. Ergenekon’un basındaki uzantıları...
Hrant Dink ölünce, “Bu iktidar asıl failleri bulamaz” deyince hedefi gösteriyordu:
- Bulur, ortaya çıkarır, bunun ardında Ergenekon var. Onu da AKP çıkarır.
12 Eylül 2010 anayasa referandumu yapılırken, “Yargı bağımsızlığını daha budayacaklar, yargıyı yürütmenin sultasına sokacaklar” diyorduk. Gülerek “Biz yetmez ama evet diyoruz” diye şişiniyordu.
Demokrasi desek yanıt hazırdı: Tayyip Bey ileri demokrattı. Hukukun üstünlüğü yargının bağımsızlığı desek, “askeri vesayet tasfiye ediliyor” buyuruyordu.
Velhasıl, demokrasi, hak hukuk, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü Nedim Şener, Hrant Dink, HSYK, Deniz Feneri, ne desek bir kulp takıyordu Mehmet Altan.
Şimdi aynı Mehmet Altan, artık bizim söylediklerimizi misliyle tekrarlıyor.
- Allah Allah, yahu ne oldu da bu Mehmet Altan hidayete erdi?
Bir türlü anlayamıyorum!
Ali Sirmen/Cumhuriyet
Yorum Gönder