Kandıra - Zeynep Oral

Bazı yerlerin, yörelerin adı, benim içim bir semt adı olmaktan çoktan çıktı, örneğin, 12 Eylül darbesinden bu yana "Mamak" dendi mi, "Metris" dendi mi benim aklıma İstanbul ya da Ankara'nın bir semti değil, faşist darbenin zulmü ve cezaevleri geliyor....
Korkarım, ileride torunlarım Silivri ya da Kandıra dediklerinde, aklıma yine cezaevleri gelecek... Böyle böyle, günün birinde tüm Türkiye dev bir cezaevine dönüşecek diye korkmuyor değilim doğrusu...
Kandıra F Tipi Cezaevi'nde Ragıp Zarakolu'nu ziyaret izlenimlerimi iki gün önce okudunuz. Bugün, o günün başlangıcına ve sonrasına dönüş yapıyorum .

Sabahtı, soğuktu...

Sabah 8'de Mecidiyeköy'de PEN Yönetim Kurulu'ndan arkadaşlarımla bir kahvehanenin önünde buluşacaktım. Erken varmışım, içeri girdim... Avucumda sıcacık çay bardağı, kahvehanenin önünden gelip geçenleri izliyorum:
Millet işe yetişme telaşında. Her yaşta, her kılıkta, kadınlar erkekler... Atkılar burna kadar çekilmiş... Adımlar hızlı, eller cepte... Nefes, havaya karıştığı anda beyaz dumana dönüşüyor...
O anda ne savcı, MİT, cemaat kavgası, ne Başbakan'ın sözleri... Erdoğan dedi ki, Kılıçdaroğlu dedi ki, kimsenin umurunda değil... O anda tek kaygı, buz tutmuş kaldırımlarda kayıp düşmemek; yoldan geçen araçların fırlattığı çamurdan korunmak... İnanın bana, tek kaygı, işe yetişmek, İşi kaybetmemek, hastalanmamak, akşama eve sağ salim dönmek... Bir de çocuklara daha iyi bir hayat, bir de şu borçlar nasıl ödenecek...,
Bir de bu kadar yorgun olmasam... (Endişeler, korkular listesini dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz...)
İnsan yoldan geçenleri gözlemleyip bunu düşününce, horoz dövüşüne dönüşen bütün o politik çekişmelerin ne denli anlamsız olduğunu bir daha görüyor...

Sohbet hakkı

Aynı günün akşamına doğru, Kandıra Cezaevi'nden gazeteye döndüğümde önüme yığılmış postamdan iki mektup dikkatimi çekti. İkisi de Kandıra'dan geliyordu. Bu kez 1 No'lu Cezaevi'nden. Benim bir buçuk saatte gittiğim yolu, mektuplar 15-20 günde aşabilmişlerdi, iki ayrı .tutukludan. Ama ikisi de benzer sözlerle yazılmış.
Şu anda yapmakta olduğum, iki mektuptaki görüşleri özetleyip tutukluların seslerini duyurmaya çalışmaktan başka bir şey değil:
1) "F tipi hapishanelerde 12 yıldır koyu bir " tecrit uygulanmaktadır."
2) "Yasal olarak hakkımız olan haftada 10 saat, sohbet hakkı kesinlikle uygulanmamaktadır." (Bir mektup ayrıntı da veriyor:) "Adalet Bakanlığı'nın 22 Ocak 2007'de uygulama sözü verdiği haftada 10 kişi +10 saat yerine, sohbet hakkımız ayda 7.5 saat ile sınırlandırılmış durumda..." (Dikkati Haftada değil ayda 7.5 saat!) "Bunun dışında tüm zaman 1 ve 3 kişilik hücrelerde kimseyi görmeden, konuşmadan, duymadan geçiyor."
Her iki mektup da "tecrit zulmüne son" ve "sohbet hakkı uygulansın" diye sona eriyor.
Neden mi bu mektuplara elçilik görevini üsttendim? Adını sanını bildiğimiz, kimi , arkadaşımız olan tutukluların seslerini, kamuoyu şöyle ya da böyle duyuyor... Ya adlarını sanlarını bilmediklerimiz, ya tanımadıklarımız, arkadaşımız olmayanların sesleri???

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget