HAKLI olmak dava kazanmaya yetmiyor her zaman. Bazen, hakkın arkasına güç koymak gerekiyor. Eksik olarak “Kıbrıs sorunu” diye çarpıtılıp dallı budaklı bir uluslararası çıkmaza sürüklenen “Kıbrıs davamız” bu gözlemi doğrulayan örneklerden biri. O davada hem haklı hem de güçlüyüz. Şurada burada sürüklendiğine bakmayın siz; 1974 yılının Temmuz’unda ve Ağustos’unda, bir daha başka türlü bağlanmamak üzere, çoktan çözülmüştür.
Zayıflatılması ve saygınlığının kırılması için okyanus ötesinde ve içimizde bunca kumpas kırılan ordumuz sayesinde.
Böyle bir sonuç, bundan sonra yapılacak şeyi de kendiliğinden göstermiş sayılmalıdır: Adada artık iki bağımsız devletin, karşılıklı saldırmazlık ve iyi komşuluk paktları imzalayarak barış içinde yan yana yaşamalarından başka çözüm olamaz. Bu amaca yönelik ayrıntılı ve kapsamlı, ama iyi düşünülmüş ve çeşitli güvencelere bağlanmış bir plan yaparak ve mayıs başlarına ertelendiği söylenen uluslararası toplantıda o planı haritalarıyla birlikte ortaya koyup masadan kalkmaktan başka çare yok.
Kaba hatlarıyla İstiklal Harbi sonrasının Lozan’ıyla, Ege’nin iki yanında oluşturulan dengeye az çok benzeyen bir durumdur bu.
Elbet, “ama o zamandan beri o denize ilişkin çekişmeler ve gerginlikler eksik olmadı” denecekse, yine Lozan’daki eksiklerle hatalardan ders alıp Kıbrıs için daha da geliştirilerek sağlama bağlanmış bir plan niçin olmasın?
Etkili ve başarılı olmak için haklılığın arkasına konacak güç her zaman “askerce” olmak zorunda değildir. Ekonomik ve teknolojik de olabilir. Örneğin, Ermeni soykırımını yadsımayı ceza konusu yapmaya kalkışan densizliğe karşı da belki bunları söylemek isterdik ama, ekonomisi ve teknolojisi Fransa’yla sarmaş dolaş olup o sarmaş-dolaşlıkta bile alta düşmüş bir Türkiye’nin öyle bir silah kullanamayacağı kısa zamanda belli oldu ve üst perdeden konuşanların cesareti kırıldı.
Bereket, “genişletilmiş” ve çok boyutlu bir diplomasi çabası sonucunda Fransız senatör ve milletvekillerinin seferber edilmesiyle yeniden hukuk platformuna dönüldü. Fransa’nın Anayasa Konseyi’ne başvuranların gücüne kendi bünyesindeki hukuksuzlukları temizlemiş bir Türkiye’nin dünya halklar âleminde edinmiş olacağı pürüzsüz ağırlığın gücü de eklenebilseydi, Paris’teki başvurucuların işi biraz daha kolaylaşmış olur ve o zaferden biz de pay çıkarabilirdik.
Ne yazık ki, öyle bir ünün ağırlığıyla güçlenmiş bir ülke değiliz henüz .
Mümtaz Soysal/Cumhuriyet
Yorum Gönder