Devlete CIA kuşatması(!) - Selcan Taşçı

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla başlayan ve deyim yerindeyse at izinin it izine karıştığı süreci yine deyim yerindeyse “nirvana” ya ulaştıran soru Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’den geldi:
 “Savcı istihbarat ajanı mı?”
Gülerce’nin Mehtap TV’de aynı gazete sayfalarını paylaştığı Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan ile yaptığı programda yaşanan diyalog aynen şöyle:
“GÜLERCE: Dışarının parmağı olabilir mi bu işte?
ALKAN: Sanki olması gerektiği gibi duruyor.
GÜLERCE: Şöyle bir soru soralım. Dışarının parmağı olabilir mi bu işte? Yabancı istihbarat teşkilatları diyelim ki İsrail, İran, Suriye, Alman, İngiliz, Amerikan istihbaratı bizim devlet kurumlarına ve istihbarat kurumlarına kesinlikle sızabilir mi? Yoksa kesinlikle sızamaz mı?
ALKAN: Sızabilir.
BULAÇ: En etkili sızdığı iddia edilen CIA ve Mossad...
GÜLERCE: Altını çizmek lazım, sızabilir. Sızarsa savcı böyle bir istihbarat ajanı olabilir mi? Ben direk olmaz, olamazdır diyorum. Peki, bir yanlışlık yapılmışsa nasıl olabilir? Kimse o sızanlar devlet içinde, öyle bir malzeme hazırlar getirirler ki sizin önünüze, siz bir düğmeye basmak zorunda kalırsınız. (...) Savcının da yapabileceği bir şey yok. Vazifesi gereği önüne bir belge gelmiş. Savcı bu işi tek başına yapacak. Bu şeyleri de düşünmek suretiyle. Zincirleme bir reaksiyon ilk halkası başlayabilir düşüncesiyle savcı vekili ve başsavcı ile görüşmesi lazımdı. İlk adımı atma noktasında yanlışı yapmayabilirdi. Ayıkla pirincin taşını noktasına geldik. (...) MİT Kanunu’nda değişikliğe gidiyor hükümet. Başka bir sıkıntıya gitti. Türkiye Suriye’ye girer mi girmez mi, Dışişleri Bakanı ABD’den döndü mü bilmiyorum. Türkiye dışında önemli bir olay cereyan ediyor. Türkiye içinde konular birbirine girmiş. Bu bir zaaf. Bütün dikkatini moralini buraya tekzip etmesi gerekirdi.
BULAÇ: Sanki birileri girdi araya ve hepsini karmakarışık etti.”
Dün yayımlanan yazısının sonunda yaptığı “devlet kadrolarına sızanları hiç unutmamak gerekir” uyarısı Gülerce’nin yukarıdaki sözlerinin “spontane söylenmiş” olmadığını göstermeye yeter herhalde...

Şamil Tayyar’ın CIA ve MOSSAD iddiası
Kaldı ki benzer bir iddia taşıdığı “milletvekili” sıfatının yüzü suyu hürmetine ciddiye almak durumunda olduğumuz Şamil Tayyar tarafından da dile getirildi geçtiğimiz günlerde. Tayyar tv8’de katıldığı programda “MİT’e yapılan müdahalenin uluslararası bir boyutu olduğunu” iddia ederek Gülerce gibi yabancı istihbarat servislerini işaret etmişti:
 “İsrail Savunma Bakanı İrancı olmakla suçladı Fidan’ı. Ben ilk defa bir ülkenin Savunma Bakanı’nın bir başka ülkenin istihbarat başkanıyla ilgili daha göreve gelmeden bu tip açıklamalar yaptığını gördüm... Çünkü Hakan Fidan’la birlikte artık MİT, CIA ve MOSSAD’ın bir yan kuruluşu olmaktan çıkıp daha bağımsız bir karaktere bürünmeye başladı ve bu onları rahatsız etti...”

Ya Ümraniye, Balyoz. davaları da tuzaksa...
Gelelim şeytanın pardon bu tartışmanın kendine has jargonuyla “iblis” in gör dediğine: Tayyar’ın, hele hele de Gülerce’nin iddialarını doğru kabul ettiğimizde ortaya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, Cumhuriyet’in Savcıları’nın “yargı, emniyet gibi kilit kurumlara sızan ajanların kurduğu tuzağa düşmek suretiyle devletin MİT gibi “garantör” kurumlarından birini tasfiyeye kalkışabildiği / kalkışabileceği gibi bir durum çıkar ki, bu durum tespitinin “kaçınılmaz” kıldığı soruları sormak farz hale gelir:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “garantör”, “teminat”, “sigorta” niteliğindeki kurumları için böyle bir “tuzak” ihtimali varsa bu durumda Ergenekon, Balyoz, İrtica İle Mücadele Eylem Planı gibi davalarda da savcılar çok tartışılan iddianamelerini “yabancı istihbarat elemanlarının oyununa gelerek” hazırlamış olamaz mı?
 “Belge” diye ortaya dökülüp saçılan “bavul dolusu” kağıt parçaları da, Gülerce’nin dediği gibi savcıları, mesela Kuvvet Komutanları, mesela Genelkurmay Başkanı, mesela “ayak bağı” özelliği taşıyan kimi gazeteciler ve akademisyenler için “düğmeye basmak zorunda bırakmak” üzere “tertip edilmiş” olamaz mı?
Ümraniye davasının temeli sayılan “bombalar”ın arkasından CIA...
Poyrazköy Davası’nın temeli sayılan “silahlar”ın arkasından MOSSAD...
Islak İmza’nın arkasından MI6 çıkamaz mı?
Müttefik sandığımız devletlerin kaynayan Orta Doğu’da Türkiye’yi zaafiyete uğratmak istediğinden şüpheleniliyor madem, bu ülkeyi “güçsüzleştirmek” amacıyla casusluk faaliyeti yürütenler için en az MİT kadar “doğal hedef” olan diğer kurum TSK değil midir?



Bu seçim tarihe geçer...
“Müthiş”  hakikaten...
2020 Olimpiyatlarının İstanbul’da yapılabilmesi için  “lobi”  yapacak isimler arasında Orhan Pamuk da varmış!
Bu eşi benzeri dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek olan fikir kimin aklına geldiyse mutlaka tanışmak isterim... Nasıl numunelik bir zeka, nasıl bir akıl, nasıl bir mantık bilmek, görmek isterim; ziha bu fani dünyada bir daha karşıma çıkmayabilir böylesi...
Sen hem  “Olimpiyat” ı neredeyse bir  “kızıl elma”  yap kendine, bir tür  “yeniden fetih” miş gibi bir güdüleme ile yola çık... O derece önemse yani... Hem de dünyayı bu tür bir organizasyonun Türkiye’de dostluk ve barış ortamında, “0 sorun” la tamamlanacağına ikna etmek üzere  “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü”  diyen adamı görevlendir.
Ne diyebilir ki Pamuk gibi biri:
 “Dedelerimiz katildi ama genetik şifremizle oynandığı için biz torunları çiçek çocuklara dönüştük” mü!
Bu seçimi yapanları tebrik ediyorum; şimdiden tarihe geçtiler...



Sehven öldüren NATO olunca sus pus
Uludere’de “Kuzey Irak ile Türkiye arasında yürüttükleri kaçakçılık faaliyeti sırasında” aralarında çocukların da bulunduğu 35 kişinin ölümüne  “yanlış istihbarat” ın neden olduğu iddiası bile yetmişti yeri yerinden oynatmaya:
Orada ölen çocukların altında ezileceksiniz...
Ergenekon bürokrasisine teslim oldunuz...
Hükümetin sonu geldi...
Derhal istifa edin...

***

15 Şubat günü Afganistan’da 8 çocuk katledildi... Kendi ülkelerinin sınırları içinde... Herhangi bir yasadışı faaliyet sırasında filan değil... Olmamaları gereken bir yerde oldukları için değil, sadece o ülkenin insanı olduklarından...
NATO yaşları 6 ile 14 arasında değişen bu çocukların  “Kapisa’ya düzenlediği uçak saldırısında kazara öldürüldüğünü”  açıkladı.
Bakıyorum o günden bu yana Türk basının cengaverlerinden tık yok!
Türkiye Cumhuriyeti’ni katil ilan etmek için başımıza antropolog kesilenler, bir bakışta kemikten etnik kimlik analizi yapanlar bir türlü  “Katil NATO defol”  diyemediler...



BASINDAN SEÇMELER



Hortumculuk zirve yaptı
Adı “KİK” diye kısaltılmış olarak okunan ve yazılan Kamu İhale Kanunu (KİK),  “Devlet soyulmasın, hortumculuk sürmesin, halktan yüksek ağır vergilerle toplanan para, iktidara gelmiş parti yandaşı işadamlarına ihale usulsüzlükleri yoluyla aktarılmasın” diye çıkartıldı.
4734 sayılı yasa.
Ve onun 53’ücü maddesi.
Devlet duble yol mu yapacak, deprem çadırı mı alacak, baraj mı kuracak, nükleer santral mi dikecek, konut mu yapacak, pis suları mı arıtacak, uçak mı alacak, tankını mı yenileyecek, belediyeler kanalizasyonları mı genişletecek aklınıza ne gelirse kamu için yapılan harcamaların tümü Kamu İhale Kanunu’na göre yapılacaktı.
Yolsuzluğa sapılabilir.
Hortumculuk yükselebilir.
Bunları da Kamu İhale Kurumu (buna da KİK deniliyor) “ihalelerin her anını başlangıcından sözleşmenin imzalanmasına kadar kontrol edip, denetleyerek” önleyecekti.
İşte son haber bu!
“KİK’de 100 yolsuzluk dosyası” ortaya çıktı. Polis biri KİK Yönetim Kurulu üyesi 23 kişiyi göz altına aldı. İktidara yakın olduğu iddia edilen ensesi kalın (devletin büyük ihalelerini almışlar anlamında) iki iş adamı aranıyor. Polis kaynakları, devletten ihale yolsuzluğuyla hortumlanan paranın 1 milyar lirayı aştığını açıkladı.
100 yolsuzluk dosyası!
Nerede yakalandı?
Hortumculuğu önleyecek kurumda.
Yani tuz koktu!

***

Tuz bu iktidar döneminde koktu. Çünkü bu iktidar döneminde; “iktidar yandaşları zenginleşsin diye hortumculuğa ve yolsuzluğa geçit verecek” 2 bilinçli adım atıldı.
1- Kamu İhale Yasası, 2002’den 2011’yılına kadar 18 kez değiştirilerek “kamu ihaleleri şeffaflıktan, denetimden, Avrupa Birliği ölçülerinden” uzaklaştırıldı.
2- Türkiye’nin 150 yıllık kurumları olan ve iyi eğitimli, konulara hakim, yetişmiş 13 bin müfettiş kadrosu bulunan Teftiş ve Denetim Kurulları felç edildi. Uzman denetim elemanlarının “yolsuzluklarda delil toplama ve hartumcuyu mahkum edecek bilgi-belgeleri hakimin önüne koyma” imkanları bitirildi.
Devlet Denetim Elemanları Derneği’nin eski Genel Başkanı Atılay Ergüven,  “Bu iktidarda Türkiye’yi denetimsiz yönetme arzusu var” diye sürekli uyarıyordu.
Haklı çıktı.
Hortumculuk zirve yaptı.
Necati Doğru / Sözcü



“Bürovokatör
Aslında...
”Provokatör“ yoktur. 
“Bürovokatör” vardır. Yani...
Savsaklayan, işini yapmayan bürokrat.
Sabahtan akşama kadar fosur fosur bürosunda oturur, dünya yansa, en son onun haberi olur... İş işten geçtikten sonra “provokatörün işi” der, çıkar işin içinden.
Bi de “purovokatör” vardır, “bürovokatör” ün en yakın arkadaşı, kankası.
Ne kadar çok işini yapmayan bürovokatör olursa, purovokatör de o kadar rahat at oynatır, malı götürür, keyifle purosunu tüttürür.
Trafik canavarı...
Yoktur.
“Biz bu makamlarda oturuyoruz ama, haybeye oturuyoruz, bildiğin beceriksiziz, durduramıyoruz” diyemediğin için, her defasında ne dersin?
“Trafik canavarı hortladı” dersin.
“Tüyü bitmemiş yetim” mesela...
Yoluna yoluna kaz’a dönen devlet babanın efsane evladı... Güya “hakkını koruyoruz” diye diye hırsızların dilinde tüy bitti ama, yetim kabak hâlâ.
Ya “dış mihrak?”
Hiçbir günahı olmayan hükümetlerimizi zor duruma sokan her türlü fenalığın altında onun parmağı vardır. Cumhuriyet kurulduğundan beri arıyoruz. Henüz robot resmi bile çizilemedi.
Kurumları çalışmayan...
Başına bi iş gelmesin diye “korktuğu için mi kaçtığını, kaçtığı için mi korktuğunu” bilemeyen adam sende’ciler tarafından yönetilen uyduruk ülkelerde olur böyle şeyler.
Ve “cemaat” denilen de... Böyle bi şeydir.
Yok desen...
Bu ne?
Var desen...
Hani nerde?
Yılmaz Özdil / Hürriyet



Kim kazandı, kim kaybetti
Kazanan belli değil ama kaybeden devlet...
Hep olduğu gibi.
Konuyu suç olmaktan çıkarırsınız ama sanığı çıkarmak mümkün mü?
Demek ki mümkünmüş:
MHP Genel Başkanı Bahçeli “Bunun adı, adama göre muameledir” derken “Hayır!” diyebilir misiniz?
Bakın ne diyor:
“Genelkurmay Başkanlığı yapmış generali terörden demir parmaklıkların arkasına atarken, bunu normal karşılayan AK Parti, kendisine dokunan yargılamaya cephe aldı.”
Bugün siz bunu yaparken, yarın gelecek olanlar başkası için yapmaz mı?
İşte devlet böyle kaybeder...
Hasan Pulur / Milliyet



CHP’li Muharrem İnce, Meclis Genel Kurulu’nda AKP Milletvekili Hakan Şükür’ün futbol yorumculuğu yapmasını eleştirince, AKP’li Ayşenur Bahçekapılı,  “Yüreğiniz varsa Hakan Şükür burada olduğu zaman aynı sözleri tekrar edersiniz” demiş... Sorum Ayşenur Hanım’a:
Hakan Şükür’ün yüzünü o salonda gören var mı ki Muharrem İnce görüp aynı sözleri söylesin?
Mustafa Mutlu / Vatan



Bu fetvavari beyanda bulunan hanımefendi “helal” yahut “haram” ilan etme yetkisini kimden alıyor; kendileri “Helal Patenti Verme Enstitüsü Başkanı mı? Aslında şöyle sormalı: ”Helal“in patenti olur mu? Yoksa ” helalölçer“ mi icad oldu!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget