CHP’nin Dünya Rekoru! - Özgen Acar

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kurultaylarını ilk kez 1962’de bir çaylak muhabir olarak izlemiştim. Bahçelievler’de bir salonda toplanan kurultayda, oylama sırasında Genel Başkan İsmet İnönü’nün arkasında oturmanın bir yolunu bulmuştum. Amacım, İnönü’nün kime oy vereceğini öğrenmekti!
14 Mayıs 1950 seçiminde CHP, Demokrat Parti’nin (DP) karşısında büyük hezimete uğramıştı. Eğitimini yurtdışında tamamlamış, iktisatçı-hukukçu Kasım Gülek (45) “tüzük değişikliği” ile parti meclisinden “atanarak” değil, kurultayda “seçilerek” genel sekreter olmuştu.
Enkaz halindeki partiyi örümcek ağları kaplamıştı. Ayağına çarık, sırtına çoban abası geçirerek Türkiye’yi baştan başa dolaştı. Partideki örümcek kafalıları temizledi, adı “çarıklı politikacı”ya çıktı. DP’nin karşısında tek başına muhalefeti yarattı. Parti güllük gülistanlık olunca “tüzük-büzük” kavgası başladı.
1959’da görevden ayrılmak zorunda kaldı. 27 Mayıs 1960 devrimi oldu. DP kapatıldı, CHP, 15 Ekim 1961 seçiminden birinci parti olarak çıktıysa da tek başına iktidar olamadı. İnönü, DP’nin ardılı, “kuyruk” denilen Adalet Partisi (AP) ile Türkiye’nin ilk koalisyon hükümetini kurdu. CHP’de yine “tüzük-büzük kavgası” başladı. Arkasında oturduğum İnönü’nün “genel sekreterlik” için Gülek’in yerine getirdiği İsmail Rüştü Aksal’ı harcayıp yerine Kemal Satır’a oyunu verdiğini gördüm.
Son 50 yılda “tüzük-büzük” kurultaylarında Satır’ın ardından o göreve getirilen Bülent Ecevit, Şeref Bakşık, Kamil Kırıkoğlu, Orhan Eyüboğlu, Mustafa Üstündağ, (AKP’ye de geçen) Ertuğrul Günay, Adnan Keskin, Tarhan Erdem, Oya Araslı, Önder Sav, Süheyl Batum’lar da harcandı. Yalnızca genel sekreterler mi, koskoca İsmet Paşa bile…
Hani bir öykü vardır… Adam ölmüş cehenneme yönlendirmişler… Zebani adamı karşılamış, kaynayan kazanlardan hangisini seçtiğini sormuş. Kazanların başındaki zebaniler ellerindeki topuzlarla, çıkmak isteyenlerin kafalarına vurup geri itiyorlarmış. Ama bir kazanın başındaki zebani ise yatmış, uyuyormuş. Adam o kazanı işaret edince, zebani “Sen CHP’li misin ki o kazanı seçtin?” diye sormuş.
Adam, “Ne o, CHP’liler cehennemlik değiller mi? İçi boş olmalı ki kimse çıkmaya teşebbüs etmiyor!” demiş. Zebaninin yanıtı “Kazın ayağı öyle değil, çıkmak isteyenleri öteki CHP’liler ayaklarından tutup aşağıya çekiyorlar!” olmuş.
İlk kez tanık olduğum CHP’nin “tüzük-büzük” kurultayları bu kez bir değil, iki kez toplanıyor. Kurultaylardan sonra CHP, “Guinness rekorlar kitabına” başvurup “dünyada en çok tüzük-büzük kurultayı düzenleyen parti rekorunu” tescil ettirmelidir!

Müzeler Tezgâh Açıyor!

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın işlediği “anayasa suçunu” okurlarımızın bilgisine sunuyorum! Resmi Gazete’de 19 Ocak’ta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yayımlanan bir yönetmelik, Anadolu’nun tarihsel, kültürel, dinsel mirasının “peşkeş çekilmesinin” yolunu açtı!
Yeni yönetmeliğin 10/5. maddesi aynen şöyle:
“Değerlendirme komisyonu tarafından müzeye alınmasına gerek duyulmayan tescile tabi taşınır kültür ve tabiat varlıkları, envanter bilgileri çıkartılarak müze emanetinde alıkonulurlar. Bu şekilde değerlendirilen taşınır kültür ve tabiat varlıkları ile komisyon tarafından etütlük eser olarak tasnif edilen ve müzeye alınmasına gerek görülmeyen taşınır varlıkların Bakanlık denetimindeki özel müze ve koleksiyoncuların envanterlerine kaydedilmek üzere satışına izin verilir.”
Anayasamızın 63. maddesi ise şöyle:
“Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.
Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.”
Devlet, bu yönetmelikle bu varlıkların “satılması” ile bunları artık “korumayı sağlayamadığını” itiraf etmiş olmuyor mu? Anayasa “özel mülkiyet sınırlamasından” söz ederken “satış” bir ihlal değil mi? Anayasa “yardım”, yönetmelik “satış” diyor! Anayasaya tekrar dönmek üzere “satış” kavramında önemli bir ayrıntıya girelim.
***
Gerek yüzyılın “Karun Hazinesi” ve gerek yüzyılın “Elmalı Definesi” olaylarında Türkiye, ABD federal mahkemelerinde dava açtı.
Karşı tarafın avukatları, Türk müzelerindeki kayıtlarda geçen “müzeye satın alma yoluyla girdi” kavramından hareketle bu eserlerin “özel mülkiyete tabi olduğunu, sahibinin istediği Türk’e ya da yabancıya satma hakkı olduğunu, dolayısıyla bunların kaçak sayılamayacağını” savladılar.
Türkiye, bu savı çürütmek için yıllarca ve birkaç milyon dolar harcayıp uluslararası bilirkişilerin görüşlerini mahkemelere sunmak zorunda kaldı. Türkiye’yi kurtaran ise anayasanın 63. maddesi oldu. Kazara bir tarihsel eseri bulup müzeye getirenden bu nesne “satın alınmıyor”, o kişiye “hakkının karşılığında yardım” yapılıyordu.
***
Uluslararası bu acı deneyimler sonrasında, müze kayıtlarında düzeltmeye gidileceği yerde, şimdi üstüne üstlük bu yönetmelik ile açık seçik biçimde “satışına izin” verilerek anayasanın sınırladığı “özel mülkiyet” kavramı yaratılıyor.
“2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 6/a maddesi” anayasanın tanıdığı “muafiyetleri” “20. yüzyıldaki eserler” ve “son altı Osmanlı padişahının sikkelerinin serbestçe alıp satılabilmesi” ile sınırlıyor.
Ayrıca “ticareti” öngören 27. maddesi de ancak bu iki kapsam dışı eserlerin satılabileceğini kurala bağlıyor.
Hukukun temel kuralı; yönetmeliklerin, yasalara; yasaların da anayasaya aykırı olamayacağını öngörür. Bu yönetmelikle “yasa” da, “anayasa” da ihlal ediliyor. Bu sorunu sürdüreceğiz…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget