Bu Yıl Kış Çok Şiddetli Geçiyor, Eski Kışları Anımsatıyor - Cevat Kulaksız

İzmir, Antakya, Adana gibi hemen hemen hiç kar yağmayan illerimize bile bu kış kar yağdığını gördüğümüze göre, kış mevsiminin yurdun her tarafında, geçen yıllara nazaran çok şiddetli geçtiğini görmekteyiz.
Şiddetli kar yağışı, tipi nedeni ile göllerin ve ırmakların donduğunu, birçok köy, kasaba ve şehir yollarının kapandığını, arabaların, otobüslerin ve yolcuların yollarda mahsur kaldığını, yamaçlardan çığ düştüğünü gazetelere yansıyan haberlerle ve kış yaşantımızla kışın şiddetini gördük.
Ama öte yandan yurdun büyük bölümünde kar etkili olurken, hava sıcaklığının 15 derece olduğu Antalya’da plajlarda balık tutanlar, güneşlenenler, denize girenlerle ayrı bir kış güzelliği de yaşanıyordu, ülkemizde.
Öte yandan kış yoksullar için, sokakta yaşayanlar evsizler, sokak köpekleri için çok sıkıntılı olduğu belli. Avrupa’da evsiz ve sokakta yaşayanlardan 200 ün üzerinde insanların donarak öldüğünü medyaya yansıyan haberlerden okuduk. Çevremizdeki parkları mekân tutan, başka yerlere gitmeyen dört tane sokak köpeğimiz var; her kapıdan bir şeyler yedikleri için, bütün komşularla dost görünürler. İşte bu dört köpeğin o şiddetli soğuklarda susuzluktan karları yaladıklarını gördüm. Gazetelerden de, kışın şiddetinden aç kalan kurt, tilki gibi yaban hayvanların yiyecek bulmak için köylerin, kasabaların, şehirlerin kenarlarına sokulup yiyecek aradıklarını okuyoruz.
Daha giden yıla kadar yaşlılar hep söylenirlerdi; “nerde o kış, kar, dam boyunca kar yağardı, altı ay kar yerden kalkmazdı” diyerek eski kışları anarlardı. Soğuk dedim de, bu soğuklar beni eski anılarıma götürdü.

YAKACAK KÖMÜR

Yoksullar, dar gelirliler yakacak sıkıntısı çekiyorlar sanırım bu çetin geçen kışta. Yakacak dedimse, Ankara’da birçok aileye her yıl başbakanlıkça yakacak kömür dağıtılıyor. Epey dedikodu duymuştum, bu kömür dağıtımı konusunda da, inanamıyordum. Bir gün, başbakanlıktan emekli, deniz kıyısında yazlığının da olduğunu bu yaz öğrendiğim, kaloriferli lüks dubleks evi de olan bir uzak komşum vardı; işte o komşuma bir gün, torbaların üzerinde “başbakanlığın hediyesidir satılamaz” yazılı kömür torbalarının yıkıldığını görünce şaşırdım. Doğalgazlı kaloriferli evde kömürü ne yapıyor bu adam, diye kendi kendime şaşkınlıkla söylenirken, öğrendim ki, kaloriferi kapatıp kurduğu sobada bedava kömür yakıyormuş, milletin kesesinden…

KÖYDE ÖĞRETMEN İKEN DONUYORDUM.

Yurdumuzun en soğuk yerlerinden biri de Doğu Anadolu Bölgemizdir. Erzurum da en soğuk illerimizden biridir.
1966 yılında öğretmen olarak atandığım Ağrı-Diyadin’e giderken, o gün otobüste. “Erzurum’da bir asker nöbet sırasında donup öldüğünü” anlatıyorlardı.
Öğretmen olarak gittiğim Ağrı Diyadin’den biliyorum, kar yerden altı yedi ayda kalkmazdı. Öğretmen olarak çalıştığım köy ilçeye (Diyadin’e) yaya dört saat uzakta, yol yok, araba yok, öylesine bir yerdi.
Karne tatilinde Iğdır’a gezmeğe gitmiştim; dönüşte öğretmen olarak çalıştığım köye yaya gelirken, köye birkaç km kala, köy karşıdan sisler içinde görünüyordu. Karda attığım her adımım dizkapağıma kadar gömülüyordu. Öylesine bir yoruldum, ayaklarım üşüdü, uykum geldi ki, bir süre sonra ayaklarımı hissedemez oldum. Biliyordum ki oturup biraz uyuyayım desem, hemen donup ölecektim. Donmadan önce insana çok tatlı bir uyku gelirmiş, ben bunu yaşayarak gördüm. Aman Allah’ım gözlerimden uyku akıyor, başımı yastığa koyarcasına kar yığınına koymak tatlı bir uyku uyumak istiyordum. Ama şunu da biliyordum ki uyumağa başlasam bir daha uyanamazdım…
Karşı yamaçtan sislerin arasında görünen köyün horoz seslerini duyuyordum. Acaba bağırsam mı ki diye düşündüm, heeyy ben donuyorum, beni kurtarın… Bağırıp bağırmadığımı da bilmiyordum.
Güç bela Muhtar Tahir Adıgüzel’in evine darın vardım, muhtarın kapısının önüne adeta baygın düştüm. Muhtar beni içeri alıp ayaklarımı uzun süre ovuşturarak, hissetmeyen ayaklarımı donmaktan kurtardı. Günlerce yattım. Böylece Tendürek Dağlarının eteğindeki köyde donup ölmekten zor kurtulmuştum.
O zamanları orada anlatırlardı; dağların arasında Tücüpazarı diye bir köy varmış, o köyün öğretmeni köye gittiğinde, kar kıştan yollar açılana kadar yedi ay ilçeye gelemezmiş. Uzaklığını anlatırken Osmanlı’nın Fizan’ı gibi anlatırlardı.

TEZEK Mİ ÇOCUK MU?

Tezeğin çok değerli olduğu Doğu’nun, Erzurum’un bir zamanında, bir köylü kağnısına tezekleri yüklemiş, kağnıda tezeklerin üstüne de küçük çocuğunu oturtmuş, kendisi öküzlerin çektiği kağnının önünde Erzurum’a tezek satmaya gidermiş.
(Sahi, köydeki okula gelen çocuklar, koltuklarının altına birer tezek koyarak gelirlerdi, okulun sobasında tezek yakardık. Biz de yakacak bulamadığımız için okulun tezeğinden yakardık. Bizi yukarılara şikâyet etmişler, o zaman biz de köylülerden tezek satın almak zorunda kalmıştık. Bizi şikâyet edenler, etmeyenler bize tezek satmak için sıraya girdiklerini hatırlıyorum).
Yolda giderken çocuk kağnıdan düşmüş; o anda arkadan bir atlı gelirmiş. Kağnının önünde giden adama bağırırmış, “uleeen heeey çocuk düştü çocuuuk”. Rüzgârda sesi zor duyan adam, geri dönünce atlı tekrar etmiş, “ula hemşeri çocuk düştü çocuk”.
Kağnının önünde yürüyen çocuğun babası, gayet önemsiz bir eda ile “ula ben de tezek düştü sandım da”, demiş… Tezek Erzurum kışında öylesine bir değerli idi o zamanları.

TEZEĞİN KALORİSİ

Kars'ın bir ilçesinde resmi bir kuruluş yakacak olarak tezek yakıyormuş; o kurumdan da resmi yazıyla yakılan yakıtın kalorisi istenmiş. Kurum amiri düşünüyor ne yazayım tezeğin kalorisini araştırmış bulamamış. Cevap yazıyor : "Yaktığımız bo..tur kalorisi yoktur."

KIŞIN AYAZINDA CAN VERENLER

Gerçekten Erzurum’a öylesine fazla kar yağarmış ki dam boyunca. Erzurum’un, Sarıkamış’ın ayazı, soğu derken Sarıkamış’ta Ruslara karşı doğru dürüst çarpışmadan Allahuekber dağlarında donan binlerce Mehmetçiğimizin ölümü ayrı bir yürek yakar. Bu konuda daha önce yazanlara bir bakalım:
“…Mustafa Kemal’i de çok kıskanan Enver Paşa, kaprisli ve kıskanç olduğu için, hemen ucuz başarı peşinde idi. Çetin kış şartlarını, ordunun durumunu hesaplamadan, Arap Çöl ve sıcağından yaz kıyafeti ile gelen ordu birliklerini, Sarıkamışta, ani bir baskınla Rusları yenmek dışarı atmak ve de ün kazanmak peşinde idi. Sonuç facia ile sonuçlanınca, durumu halktan gizlendiyse de facia belli idi, on binlerce asker çarpışmadan cephede donarak can vermişti. Hayal ve ihtiras peşinde olan Enver Paşa, bu sefer Türkistan’ı kurtarma yoluyla ün kazanmaya çalıştı ise de, orada vurularak öldürüldü.
Ordusunun gerçek durumunu bilmeyen Enver Paşa, İstanbul’da evinde bir süs köpeğinin iyi bakılıp bakılmadığını merak ededursun, kış iyice yaklaşıyordu. Türk Ordusu Allahuekber Dağları’nın geçitlerine doğru tırmanırken, dondururcu ayaz -30 lara doğru iniyor; neferler de soğuktan, bitten, tifüsten perişan dökülüyordu. 26 Kasım 1914 akşamı orduda 560 hasta, hastalıktan ölen askerler 29, toplam hasta sayısı 6929 dur. Ölenlerin 28 tanesi de tifüstendir. Atalarımız, o kıtlık, yokluk savaş yıllarında, bit pirenin çok olduğu zamanlarda, “pire itte, bit yiğitte bulunur” diye, o günlerle örtüşen, ama iğrenç bir atasözü uydurmuşlarsa da, asker bit ve tifüsten perişandı, kırılıyordu”.
Daha önceki, 1877–1878 Osmanlı Rus Harbinde (93 Harbi) Bazı İngiliz kaynaklarının yazdığına göre, ölen 43 bin askerden ancak yedi bini düşman saldırısında ölmüş; gerisi hastalıktan, tifüsten ölmüştür. Doğunun birçok vilayetleri bu perişan koşullarda düşman eline düşmüştür. Erzurum ve civarı düşmana teslim olurken, birçok bölge ve cephede ölen 40 bin kişiden çoğunluğu kıtlık, tifüs, bit, verem, kolera, dizanteri yüzünden ölmüştü)”. [i]

12 BİN İNSANIN ELLERİ AYAKLARI KESİLDİ

Daha eskilerden rastladığımız, bir eski tarihçinin kaleminden, Erzurum kış ayazında trajik asker telefini de buraya alalım, ölenlere rahmet için vesile olsun.
“IV. Murat zamanında H 1036 (1626) Osmanlıya isyan eden Abaza Mehmet Paşa’nın üzerine veziriazam Halil Paşa komutasında birlik gönderilmişti. Halil Paşa Erzurum’a varınca kaleyi kuşattı ise de alamadı ve geri döndü. Çünkü öylesine görülmemiş bir kış vardı ki, birçok insan ve asker soğuğa dayanamadı. Bu seferde soğuktan on iki bin insanın kimisinin elleri, kimisinin ayakları kesildi. Bu olaydan sonra Halil Paşa görevinden alındı”. [ii]

KEDİ HAVADA MI KALMIŞ?

Gittiği, gördüğü yerlerin “eciğini, cücüğünü” en ayrıntısına kadar yazan, Türk Seyahat Edebiyatının en değerli üstadı Evliya Çelebi’miz 400 yıl önce yazdığı seyahatnamesinden öğrendiğimize göre, Bir tarihte öyle bir soğuk olmuş ki, “Erzurum’da çatıdan çatıya atlayan kedi havada donuk kalmış”...Bunu okuyan günümüzün okuyucusu da, dam boyunca kar yağdığını, damdan dama yürüyen kedinin orada asılı kaldığının gerçeğini düşünmeden, abartılı bir efsane olarak yorumlamakta. Ben yaştakilerin, daha eskilerin nice kış anıları vardır, mutlaka.
Neyse kar, kış derken, bu şiddetli kışlar beni 40-50 yıl önceki anılarıma götürdü.

TUNA VE İSTANBUL BOĞAZININ DONMASI

Osmanlı’nın yükselme devrindeki Rumeli seferlerinde kışın bazen Tuna’nın donduğunu, askerlerin yürüyerek karşı sahillere geçtiğini bazı tarihler yazmakta.
Bu yazıyı yazdığım 12 Şubat günü internette araştırma yaparken, bir sitede Tuna Nehri’nin son olarak 1985 yılında tamamen donduğunu, 1985 ten bu tarafa ilk kez bu yıl donduğunu, nehirdeki gemi trafiğinin durduğunu, gemilerin buzlar arasında sıkışıp kaldığını yazıyordu.
Tuna’nın donduğu yıllarda, Tuna’dan gelen buz blokları İstanbul boğazını tıkayarak boğazın da donduğunu gazetelerden okuyoruz.

TARİHTE HALİÇ VE İSTANBUL BOĞAZLARI DONMUŞTU

İstanbul’un binlerce yıllık tarihinde nice kışlar, kıtlıklar yaşandığını tarihçiler yazmakta. 5. yüzyılda üst üste 30 yıl aralıklarla büyük kışların yaşandığı bir dönem var. O dönemde Haliç’in donduğu belirtiliyor.
İstanbul Boğazı'nın ilk defa donması Bizans döneminde 378 yılına rastlar. Tahtta İmparator Valens vardır. Haliç'in tamamı, İstanbul Boğazı'nın ise sahil kesimleri donmuş, daralmış olan boğazın sadece orta kısmı akmaya devam etmişti.
Bu derece şiddetli kışlar ikinci defa 401 yılında İmparator Arkadius döneminde yaşandı. Dondurucu soğuklar aylarca sürmüş, boğaz 20 gün boyunca donup kalmıştı. Her taraf devasa buz tabakalarıyla kaplıydı. Bizans halkı bunun "İlahi bir ceza" olduğunu düşünmüş, bu cezadan da İmparatoru sorumlu tutmuştu. "İmparator sarayının kapısının üstündeki İsa tasvirini kaldırmasaydı, başımıza bunlar gelmeyecekti" şeklinde dedikodular şehri çalkalamıştı.
Gerçi Bizans alışkındı böyle olağanüstü vakalara. Meselâ İmparator 1. Leon döneminde 472 senesinde gökten bembeyaz kar yerine, simsiyah kül yağmıştı günlerce. Sokaklar bir karış kalınlığında kül tabakasıyla kaplanmıştı. Fakat asıl felaket İmparator 1. Justinianus döneminde 545 Ağustos'unda yaşanmıştı. Yaz sıcaklarının tam ortasında yaşanan bir günlük kış, en sert ve en uzun kışlara rahmet okutmuştu. Tarihte görülmemiş bir med-cezir hâdisesiyle boğaz suları kabarmış, tüm Boğaziçi köyleri sular altında kalmıştı.
763 kışında Haliç’in çevresindeki kıyılar 100 adım mesafeye kadar donmuş. Hem de yer yer 30 metre derinliğe kadar. Karadeniz’deki buzlar çözülürken, kütleler kenetlenince Boğaziçi ve Haliç tıkanmış. Dönemin metinlerinde, insanların ve hayvanların Üsküdar’dan Galata’ya yürüdükleri yazıyor.
763 kışında Haliç’in çevresindeki kıyılar 100 adım mesafeye kadar donmuş. Hem de yer yer 30 metre derinliğe kadar. Karadeniz’deki buzlar çözülürken, kütleler kenetlenince Boğaziçi ve Haliç tıkanmış. Dönemin metinlerinde, insanların ve hayvanların Üsküdar’dan Galata’ya yürüdükleri yazıyor.
İmparator 4. Mikael döneminde, 1034 yılı Nisan ayında ise öyle şiddetli dolu yağmıştı ki, evlerin çatıları çökmüş, insanlar ve hayvanlar telef olmuştu. Aynı günün gece yarısında bir yıldızın kaymasıyla, kapkaranlık gökyüzü, birden gündüz gibi apaydınlık oldu. Halk "Gece yarısı güneş doğdu" diyerek, korkuyla yataklarından fırlayıp, sokakları doldurdu. Şaşkınlığı üzerinden atabilenler de kiliselere akın etti.
Sonraki zamanlarda da çok defa dondu Boğaz. Bizans imparatorlarından 3. Leon döneminde (739), iki defa 5. Konstantinos döneminde (755 ve 763), yine iki defa 1. Romanos Lekapenos döneminde (928 ve 934) ve 4. Haçlı seferi sonucu İstanbul'da 57 sene hüküm süren Lâtin ve İznik imparatorlarından Lâtin İmparator Jean Brienne döneminde (1232) şiddetli geçen kış aylarında Haliç ve Boğaz yine buz kütleleriyle dolmuş ve tamamen donmuştu.
928 yılındaki kış mevsiminde buz dağları kaplamıştı Boğaz'ı ve buzların erimesi de 4 ay sürmüştü. Bunun, tanrının Bizans halkına öfkesi olduğunu ve lânetlendiklerini düşünen halk büyük bir korkuya kapılmış, günlerce evlerinden dışarı çıkamamışlardı.

OSMANLIDA KIŞ VE BOĞAZIN DONMASI

Şiddetli dondurucu soğuklar Osmanlı zamanında Genç Osman devrinde yaşanmıştı. 1620-1921 kışında öyle soğuk geçti ki, Haliç ve Boğaz dondu. Kış boyunca ekmek fırınları çalışmadı. Mahsul tarlalarda, meyveler ağaçlarda dondu. Genç Osman zamanında 9 Şubat 1621’de İstanbul Boğazı şiddetli soğuklar nedeniyle dondu. Erzak gemilerinin İstanbul’a yaklaşamaması sonucu gıda fiyatlarında anormal artışlar yaşandı. Boğaz'ın donması İstanbul için bir felaketti, gıda ihtiyacının çoğunu dışarıdan temin eden şehre gemi gelemediği için yiyecek fiyatları arttı. Ekmek ve et fiyatları birkaç misline çıktı ve büyük bir kıtlık yaşandı.
24 Ocak 1621'den 8 Şubat 1621'e kadar hiç durmadan kar yağdı. Kışın şiddetinden İstanbul Boğazı'nda deniz buz tuttu, sadece ortasında bir nehir büyüklüğünde bir yer akmaya devam etti. 9 Şubat'ta ise İstanbullular gözlerine inanamadılar. İstanbul Boğazı tamamen dondu ve şehir halkı Eminönü'nden Üsküdar'a yürüyerek gidip gelebildiler. Haliç de donduğu için Eminönü'nden Galata'ya aynı şekilde geçilebilmişti.
Şiddetli bir kıtlık baş gösterdi. Dağlarda ve ormanlarda aç kalan vahşî kurtlar ve ayılar şehre indiler. Bizans'tan beri Boğaz, ilk defa Genç Osman zamanında dondu, bu yetmiyormuş gibi şehrin bir bölümünü kül eden yangınlar da bu dönemde ortaya çıktı… Halkın” küçük kıyamet” dedikleri bir de deprem olmuştu. Ne garip ki, Osmanlı padişahı Genç Osman’ın ilk defa idam edilmesi, feci şekilde katledilmesi bu şiddetli kış dönemine rastlamıştı. [iii]

İLK DEFA İSTANBUL BOĞAZI’NIN DONMASI ŞAİRLERE İLHEM VERDİ

Yıl H 1030-M 1620-1621 de İstanbul Boğazı şiddetli geçen bir kış mevsiminde tarihinde ilk defa böylesine dondu. Öyle ki İstanbul halkı, en dar yeri 700m, en olan İstanbul Boğazı’nı yürüyerek karşıdan karşıya geçtiler. Bu ilginç olayı, devrin ozanlarından Seyit Haşimi ve Neşati şiirleriyle dile getirdiler:

HAŞİMİ : Şair Seyyid Haşimî 1030 kışını şöyle tasvir eder:

--------------------

Dedim ey Haşimi tarihin, anın lafz-u ma’nide

“İstanbul-Üsküdar arası dondu, oldu muhkem kış,
“Yürür havf etmeyip âdem geçer her canibe buzda;
“Yol oldu Üsküdar’a Akdeniz dondu bin otuzda...”


NEŞATİ: Neşati ise şöyle yazmış:

--------------------

“Lütfen ve mana ana dedi Neşati tarih,

Belki dünya duralı olmadı bir böyle şita,

Be medet dondu bin otuzda soğuktan derya.

*

1168 yılının 31 Ocağında Haliç donmuş, kimi maceraperest İstanbullular Balat’tan Hasköy’e yürüyerek geçmişler... Manzara öyle muhteşemdir ki, devrin meşhur şairlerinden Hevayî, kaleme sarılıp tarih düşmüştür:
“Bin yüz altmış sekizin evvel-i hamsîninde,
“Dondu derya-yi Sitanbul, hele bu hikmete bak!
“İki karışa yakın oldu kalınlığı buzun,
“Yürüdü karadan işler gibi halk Hasköy’e çâk.
“Buzdan küprü Balat’dan kurulub Hasköy’e dek,
“Karşu geçmeğe yahud olmadı muhtac-ı Burak

(Karşı tarafa geçmek için Ata ihtiyaç olmadı).
“Kaldı farkolmadan âkil ile divane bu kış,
“Halk dizildi suyun üstüne misâl-i bardak.
“Ne cesaretdir o buz üstünde muallâk yürüye,
“Çenesi levh-i havâle-veş öterken, tak tak...”

1755 yılında Haliç ve Boğaziçi’nde yine büyük bir donma olayı yaşanmıştır. Bu tarihte Haliç’in bütünü ile Boğaz’ın önemli bir bölümü donmuş, halk, Defterdar ile Sütlüce iskeleleri arasında yürümüştür...
Tarihçi Vasıf, kendi tarihinde olayı şöyle anlatıyor:
“Buz üstünden geçen geldi, bana yaz dedi tarihin,
“Deniz 68’de dondu, buzdan ben deniz geçtim!”
(“Bendeniz” kelimesindeki oyuna dikkat: “Ben, deniz geçtim”).

O zamanları, normal zamanlarda İstanbul Boğazı ve çevreleri çayır çimenle kaplıymış. Boğaz kıyılarında mandalar ve çeşitli hayvanlar otlarmış. Avrupalı bir zengin, Salomon Schweigger anlatır: “200’den fazla mandanın Galata’dan Üsküdar’a yüzerek geçirildiklerine tanık oldum.” Demek ki, o zamanları İstanbul Boğazı’nın iki yakasında şimdiki gibi yapılaşma yokmuş. O çayırlık ve bataklıklardan yayılan mandalar karşı sahile yüzerek geçermiş. [iv]

*

1878’de kış yine çok ağır geçmiş, bu yüzden Sultan II. Abdülhamid, Ruslar’la savaşan ordusuna yardım gönderememiştir.
1929 kışı da son derece ağırdır. Kayıtlara göre ağaçlarda donan kuşlar yere düşmüş, kedilere ziyafet olmuştur.
24 Şubat 1954’te İstanbul Boğazı’nın sularına bakanlar buz parçaları ve minyatür buzdağları görüp hayretler içinde kalmışlardır.
Çünkü Tuna’dan Karadeniz’e inen büyük buz blokları, Boğaz’a kadar gelmiştir...
Bu tarihte Poyrazköy-Rumeli Kavağı arasında yürüyerek karşıdan karşıya geçenler olmuştur.
Daha sonraki yıllarda da böylesine dondurucu kışlar olmuş, İstanbul Boğazı ve Haliç donmuş, bu uğursuzluğu halkın bazıları padişahın uğursuzluğuna, dinsizliğine yorumlanmış.
Cumhuriyet Dönemi: İstanbul’un kış tarihinde 1929 kışının önemli bir yere sahip. Sürekli kar yağışı evresi var. 6 Ocak’ta başlayan kar yağışı, 12 Mart’a kadar devam etmiş. Kar yağışı, 2 ay devam etmiş. Asıl büyük kış Avrupa’da yaşandığı için, Tuna Nehri donmuş. Donan Tuna Nehri’nin çözülme evresi İstanbul’u etkilemiş. Çözülen buzlar, Karadeniz’e inmiş. Dalgalarla sürüklenerek, evvela Rumelihisarı önüne gelmiş. Rumelihisarı boğazın en dar yeridir. Orayı büyük buz parçaları kilitlemiş. En büyük İstanbul kışı 1929’da yaşandı. 1954’te de büyük bir kış yaşandı. Tuna Nehri’nden kopan buzların İstanbul’a geldi. 1987’dede ağır bir kış yaşandı. Bu ani ve olağanüstü bir kıştı. Şehir bir metre kalındığındaki karın altında kaldı ve hayat tamamen durdu. [v]

Cevat Kulaksız
DİPNOTLAR

[i] Çankaya Falih Rıfkı Atay Yeni Gün Haber Ajansı Basım Yılı: 1999 Sf:100–124
[ii] Tarih-i Gılmani – Mehmet Halife Ömer Karayumak, Mehmet halife, Tercüman 1001 Eser Sf:11
[iii] http://yenisafak.com.tr/Pazar/?t=08.02.2012&i=365833
[iv] 1- Nur Çintay A. 30.05.2006 Radikal
2- Peçevi Tarihi İstanbul Nesriyat Yurdu. 1969 Cilt: Sf: 349–350
[v]http://gundem.milliyet.com.tr/istanbul-5-bin-yilda-cok-kara-kislar- gordu/gundem/gundemdetay/02.02.2012/1496801/default.htm?ref=OtherNews

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget