Bir Şey Söyleyemedim - Ali Sirmen

İki söyleşi için Ankara'dayım. Bu tür toplantıların dinleyicilerden çok 3r konuşmacılar açısından öğretici, eğitici, J ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Konuşmacı genellikle bir yazar olduğundan, tartışılan konuda daha önce yazdıklarını yineliyor ve benzer şeyler söylüyor ki, onu da dinleyici zaten biliyor .
Oysa dinleyicinin yaptığı katkı öyle değil, o daha önce başka yerde açıklamadığı görüşünü dile getiriyor, tabii bu da herkes için ilginç oluyor, konuşmacı için de yeni ufuklar açılıyor.
Söyleşilerin sonuncusu, Ahmet Rasim Sokak'taki Ankara Bürosu'nun giriş katındaki Cumhuriyet Kültür Merkezi'deydi; konusu da " Yeni Anayasa Süreci" idi.
Cumhuriyet Küttür Merkezi salonunun duvarlarını, Mahmut Turgut,un yitirdiğimiz yazar dostların portrelerinden oluşan "Yüreğimdeki Çiçekler" sergisi süslüyordu.
- Nasıl buldun Abi, diye sordu Işık Kansu
- Çok güzel, çok duygulandım ama daha fazla da hüzünlerdim, diye yanıtladım.
Sonra da, kar altındaki bahçede, yollar tıkandığı için bir yere gidemeyip, yaktıkları mangalda köfte kızartan, Ankara bürodaki genç arkadaşları göstererek ekledim:
- Duvarlarda, bahçedekilerden daha fazla tanıdık var.

Sonra bu hüzün verici düşünceleri bir silkinişte attım kafamdan, genç arkadaşların neşesi beni de keyiflendirdi. Karar verdim, bu kez iyimser şeyler söyleyecektim.
***
Evet karar verdim, bu kez salonu dolduranlarda İyimser beklentiler doğuracak, öngörülerde bulunacaktım. Böylelikle, her yazıdan ve her söyleşiden sonra, söylediklerimin sorumlusu sanki benmişimcesine duyduğum azaptan da kurtulmuş olacaktım.
O azimle söyleşi saatini ettim.
Küçük salonun ucundaki masaya oturduğum zaman birden düşündüm: Yeni anayasa süreci konusunda iyimser ne söyleyebilirdim?
İlk kez, toplumsal mutabakatla, katılımcı, çoğulcu, bir sivil çağdaş anayasa oluşturma girişimi içinde olduğumuzu, bunun başarıyla sonuçlanacağım mı söylemeliydim?
Peki bunları söylesem doğru olur muydu?
Bu nasıl katılımcı bir anayasaydı ki, "tartışmalara yol açmaması için" yapılan önerilerin internetten yayımlanmasına bile son verilmişti? Katılımcı anayasa istiyorduk, ama yapılan önerilerin tartışma konusu edilmesinden yana değildik, sakıncalı buluyorduk.
Bu durumda, katılımcı süreçten söz etmek yalan söylemek olmaz mıydı? Vazgeçtim.
***
En iyisi sivil anayasadan başlamaktı... Bu anayasanın, sağlanırsa, sivil mutabakatın ürünü olacağı yalan mıydı?
Olmadığına göre, bunu rahatlıkla söyleyebilirdim.
Sonra düşündüm. Evet, anayasanın sivil olacağı yalan olmamakla birlikte, yine de aldatmacaydı. Çünkü sivil mutabakat, sivil ve demokratik çözümler üretmesi açısından önemliydi. Yoksa sivil bir çözüm askeri çözümün daha gerisinde, demokrasiye daha uzak konumda olursa, onun sivil olmasının ne önemi kalırdı ki?
Nitekim biz bunu, 12 Eylül Anayasası'nı değiştiren 12 Eylül 2010 referandumunda da yaşamadık mıydı?
Referandumla kabul edilmiş olan sivil değişiklik, yargı bağımsızlığı açısından, askerlerin kabul ettirdikleri metnin getirdiği çözümün daha gerisine düşmüyor muydu?
Üstelik AKP, 12 Eylül 2010 referandumunda kabul edilen maddelerde getirilen çözümlerin değiştirilmesinden yana olmadığına göre, yeni anayasa yargı bağımsızlığı bakımından şu andaki kadar malul olmayacak mıydı?
Ben bütün bunları düşünmeye dalmışken, birden fark ettim ki, susuyor ve bir şey söyleyemiyorum. Bu arada herkes de "Ne o, yoksa ihtiyara fenalık mı geldi?" diye endişe içinde bana bakıyor.
Silkindim ve bir hamlede söze başladım. Ne mi söyledim?
Konuşmamla zaten salondakilerin yeterince canlarını sıktım, onun için sayın okurlar, neler söylediğimi anlatıp, burada bir de sizin canınızı sıkmayayım.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget