Bir "devlet adamı" portresi: İLHAM ALİYEV - Selcan Taşçı

“Batı’yla Doğu, denizle kara, adayla kıta, Atlantilikçilikle Avrasyacılık arasındaki kutuplaşma dünya tarihinin ve siyasetinin tüm temel hareket çizgilerini belirlemektedir. Kara ve deniz uygarlıkları arasındaki bu büyük rekabet tarih sürdükçe sürecektir .”
Molodaya Gvardiya (Genç Yüzbaşı anlamına geliyormuş) yayınevinin 2007 yılında “Büyük İnsanların Yaşamı” serisinde yayınladığı İlham Aliyev biyografisi Azerbaycan Büyükelçiliği’nin girişimiyle Türkiye Türkçesine çevrildi. Viktor Andriyanov ve Hüseynbala Mirelemov hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde babasından yani Azerbaycan’ın üçüncü Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’den başlatmışlar İlham Aliyev’in hikayesini anlatmaya. Ki kitap aslında “Haydar Aliyev’in oğlu”nun “İlham Aliyev” olmayı başarmasının özeti gibi... Babasına hayran, onunla gururlanan fakat adını onun adının gölgesinde kalmaktan çıkarmayı başarmış bir “oğul” anlatılıyor 480 sayfa boyunca.
 “Aşkın adı” başlığıyla toparlanan Mihriban Aliyev bölümünü, “hal ve gidişleri” ile sık sık medyanın eleştiri konusu olan ülkemizdeki siyasetçi eşleri mutlaka gözden geçirmeli. Dünya basınına gemicikleri, yumurtacıkları, ihalecikleriyle değil de “Hocalı Soykırımı”nı tanıtmak için üstlendiği sorumlulukla manşet olan Leyla Aliyev portresi de Türkiye’de aynı statüde bulunan “çocuklar” için “şifa niyetine” tavsiye olunur... Aliyevleri ailece tanıma imkanı sunan bütün çocukluk, okul, düğün, bayram, cenaze günleri hatıraları bir yana, bence bu kitabı değerli kılan en önemli özelliği “Nasıl devlet olunur?” sorusuna yanıt olma niteliği!
Mesela:
“Komşularla ‘Sıfır Sorun’ isteyen bir devlet” nasıl bir politika izlemelidir?
Cevabı Aliyev’in şu sözlerinde saklı: “Diğer devletlerin içişlerine karışmamak bizim dış politikamızın ilkelerinden bir tanesidir. Ülkelerin birbirlerinin işlerine daha az karışmaları durumunda, dünyamızın çok daha güvenli bir yer haline geleceği kanısındayız. Bu yüzden herhangi bir ülkenin iç politikasını ilgilendiren bir gelişmeyi hiçbir vakit öncelikli meselemiz olarak görmüyoruz. Başkalarının bizim işlerimize karışmaya çalışması durumunda da çok öfkeleniyoruz. ”

Kimseye yalvarmayız
Peki ya kameralar karşısında samimi pozlar veren liderler arasındaki ilişkiler?
Gazprom’un Azerbaycan ile anlaşmasını bozarak yaptığı doğal gaz zammının ardından gazeteciler Aliyev’e, ikili ilişkilerinde oldukça yakın olduğu Putin’den “indirim” ricası da bulunup bulunmayacağını sorar. İşte yanıt: “Ben bağımsız bir ülkenin Cumhurbaşkanıyım. Ben kimseden asla herhangi bir ricada bulunmam. Bir sorun varsa o soruna dair bir çözüm bulmak gerekiyor. Biz ülke olarak kendimize yeteriz. Kimseye muhtaç değiliz. Gürcistan’da boru hattının hasar görmesi yüzünden daha şimdiden depolarındaki doğal gazın tükenmek üzere olduğunu söyleyerek tehlike çanları çalan ve ‘bizi kurtarın’ diye yalvaran komşularımız Ermeniler gibi donmayız. Biz böyle yetiştirilmedik...”
Aliyev’e göre “devlet” olmanın biricik göstergesi “müstakil” olmak. Bunun ilk şartı ise “eşik bekçiliği” yapmamak. NATO’dan AB’ye, MİSNK’ten BM’ye bütün uluslararası “ittifak”lar Azerbaycan’ın menfaatine olduğu sürece anlam ifade ediyor Aliyev için:
 “N.Esedova: Azerbaycan NATO’ya girecek mi?
İlham Aliyev: Öncelikle bir kuruma girmek karşılıklı yürütülmesi gereken bir süreçtir. O kurum sizi kabul etmek istiyor mudur? Üstelemek, ısrar etmek, rica etmek, yalvarmak; bunlar bana göre değil. Aynı şey AB için de geçerli.”
 “...Diğer örgütler için de aynı şey söz konusudur? BM nedir ki? Herhangi bir evrensel meseleye çözüm getirmiş midir? Hayır. BM kararları, bu arada Ermeni askeri güçlerin işgal ettikleri bölgelerden derhal çekilmesine ilişkin karar yerine getirilmemiştir. 14 yıldan beridir...”

Karabağ bizim meselemiz
Ve elbette işgal altındaki Karabağ’ın durumu. Vatan toprağına tecavüz edilmişken “şirin” gözükmek gibi bir derdi yok. “Açılımcı” değil yani: “Dağlık Karabağ hiçbir zaman hiç kimse tarafından bağımsız bir ülke olarak tanınmayacaktır. Azerbaycan istemeden böyle bir şey olamaz. Ve biz böyle bir şeyi asla kabul etmeyiz. Ermenistan yetkililerinin işte bu en önemli meseleyi, yani bunun asla olamayacağını anlamaları lazım...”
O kadar ki Avrupa Karma Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada “hamilik” imasında bulunarak “Batı”nın yüzüne haykırıyor: “Ermenistan ve Dağlık Karabağ bu silahları alacak kadar parayı nereden bulmuştur?”
Türkiye’nin “kendi başına ne işler açacağını düşünmeden” benimsediği “halkların kendi kaderini belirlemesi” ilkesiyle ilgili, Aliyev’in Mihaili Gusman’la yaptığı söyleşide Ermenilerin taleplerine cevabı manidar:
 “Yaşadıkları her yerde kendi kaderlerini belirlemek isterlerse, ortaya nasıl bir manzaranın çıkacağını tahmin etmek zordur. Bu durumda dünyada çok fazla Ermeni devletinin kurulması gerekir. Azeriler de pek çok yabancı ülkede azınlık konumunda yaşamaktadırlar, fakat bir ayrılıkçılık hareketine asla girişmemişlerdir.”
MİNSK Grubu’na dair değerlendirmesinden belli ki bu konuda da Azerbaycan’ın “müstakil”liğini korumaktan yana:
“Soruna bir çözüm yolu bulmaya çalışan ülkelere saygı duyuyoruz ve müteşekkiriz. Fakat bu bizim meselemiz. Kendi meselemizi başka kimsenin srtına yüklemeye çalışmamalıyız. Sorunumuzu kendimiz halletmek zorundayız. Öte yandan, bu bizim toprağımız, bizim arazimizdir. Biz güçlü olmak durumundayız ve şu an bunu başarıyoruz... Açık konuşmak gerekirse Ermenistan bir ülke olarak bizimle rekabet edecek düzeyde değildir. Ermeni lobisini kaldırırsanız sorun oldukça basit bir şekilde çözülebilir.”
Petrol Azerbaycan’ın hayat sigortası gibi. Aliyev, Azerbaycan Hazar Petrolleri isimli çalışmasında dediği gibi “Petrolün tarihini iyi biliyor” ve ülkesinden yeni bir Irak yaratmak isteyenlere prim vermiyor:
“Azerbaycan’a gelen petrol şirketlerinin kendi çıkarlarının peşinde olduğunu anlıyorum. Bu çok doğaldır. Fakat bizim, kendi ülkemizin çıkarlarını bu şirketlerin çıkarlarının üzerinde tutmamız gerek.”

Basından övgü istemiyorum
Son alıntı Medya Polemik’te hemen her gün eleştirdiğimiz “yandaş medya”ya ithaf. Basında hakkında çıkan övgüleri değerlendiriyor Aliyev:
“Bunu çok olumsuz değerlendiriyorum... Hakkımda methiyeler okumalarına ihtiyacım yok. Bundan utanıyorum. Bazılarının kaside düzmesine demokratik yoldan engel olamadığım için beni bağışlayınız. Bu utanç verici bir durumdur. Rica ediyorum, beni övmenize gerek yok, ben kendisine çok önemli bir görev havale edilmiş olan sıradan bir insanım...”
Kitabı bitirdiğimde, ağızlarını her açtıklarında Türkiye Cumhuriyeti’ni “müstemleke” olmaya biraz daha yaklaştıran iktidar sahiplerinin “devlet yönetmek” konusunda, bağımsızlığına kavuşalı çeyrek asır bile olmayan Azerbaycan’dan öğreneceği çok “ilke” olduğunu düşündüm. Haksız mıyım!



BASINDAN SEÇMELER



Tuncay Özkan’la ilgili AİHM kararını çarpıtanlara çok ağır cevap: “Kaşarlık ikonları”
Biri taze, öteki eski kaşar, almışlar ellerine paçavra bir gazetenin AİHM’nin ara kararına dair paçoz çevirisini, sallıyorlar. Kaşarlık ikonu eskisinin taze klonu kaşar, daha heyecanlı. “Mahkeemeee, Ergenekon örgütünün varlığını kabul ettiii! Mahkeemee, Tuncay Özkan’ın evinde silah bulundu dediii! Mahkeemee, işkence yok, dediiii, naa karar burda!” diye ciyaklıyor. AİHM sandığı “mahkeeemeee”, Silivri’deki mahkeme. Karar diye okuduğu satırlar, Ergenekon davasındaki iddianame...
Demir parmaklıkların arkasında, hücresinde tutsak, o tek başına adamın duygularını düşünün. Kimseyi arayamaz, kimseyle konuşamaz, kendisini savunamaz. Zaten çıksa, konuşsa ne yazar?

***

Eski AİHM yargıcı ve CHP milletvekili Rıza Türmen, 16 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazısına, “AİHM’nin Tuncay Özkan/Türkiye davası ile ilgili olarak aldığı karar konusunda yazılanları, söylenenleri şaşkınlıkla izledim...” diye başlamış. Herkesin anlayabileceği bir dille, açıklamış kararı, ne gam?
O paçavra gazeteler ve paçoz çevirmenleri, bu kaşarlar, zaten doğru olanın peşinde değiller ki... Tam tersine, gerçeği saptırmak, şoke etmek için varlar. Uyandırdıkları nefretten besleniyorlar. Nerede yalan, dolan ve iftira, oradalar. Ne kadar çirkef, o kadar şöhret, onlar. Doğuştan mı arsızlar, sonradan mı oldular, bilinmez. Ama hakaret edilmekten, aşağılanmaktan zevk alıyorlar, besbelli. ‘Skatoloji’yi * hayvanlar mı icat etti? Elbette bazı insanlara özgü bir sapkınlıktır, skatofili.

***

Hücresinin sessiz yalnızlığında bir de bunlara göğüs germek zorunda kalan Tuncay Özkan, “Bugünler geçer” diyor, okunmayan mektubunda. “Ölmez de bu hücrelerden sağ çıkarsak, halkımızın önünde her şeyi açık açık konuşuruz. Hatalarımız varsa özür dileriz. Sevaplarımızı da terbiyemiz gereği sessizce geçiştiririz. Çünkü bize utanmayı da öğrettiler.  Ölümden korkmuyorum. Ama utanmaktan korkuyorum. O nedenle herkesi, tarih önünde utanacağı sözlerden uzak durmaya davet ediyorum.”
Boşuna kahretme Tuncay, bunları utandıramazsın... Çünkü ne onlar tarih yazar, ne de tarih onları!
* Dışkı düşkünlüğü.
Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet



Milliyet gazetesi ile hiçbir problemi olmadığını söyleyen Nuray Mert “Pazar günü için yazımı gazeteye göndereceğim” demişti. Dün Milliyet sayfalarını çevirenler Mert’in yazısını göremedi. Bu durumda ileri demokrasi bir yazarı daha mı işinden etti?



Anayasa hocasına yakışmıyor
Prof. Burhan Kuzu’yu öğrencisi olup sınıfta izlemek eğlenceli olabilir ama yönettiği bir ülkede yaşamak?..
Allah korusun!
Son TV mülâkatında sanki şu dersi verdi:
 “Toplumu kontrol altında tutmanın en etkili yolu onu korkutmaktır.”
Yol arkadaşlarını hukukun üstünlüğü ülküsüne inandırması ona daha çok yakışırdı.
Hukuksuzluğa hukuk kılıfı dikmek Anayasa hocasına yakışmıyor!
Güngör Mengi / Vatan



Üzerine uzuuuun uzun yazmaya gerek yok;
Bence “1453” (Sülüman ile Hürrem’in rüzgarından da faydalanmak suretiyle) bir “kahraman devşirme” girişimden ibarettir!
 “Türk’ün şanlı tarihi” ni izlemek üzere gişeye koşanları bekleyen kocaman bir “hayal kırıklığı”ndan başka bir şey olmasa da tabii herkesin keyfi bilir!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget