Artık Çok Geç.. - Hikmet Çetinkaya

Sınırsız bir uğultu, gecenin İçinde akıp giderken neler düşünürsünüz?
Bir devinim, bir söz, yaşamın en derinliğindedir o saatlerde.
Kış ortasıdır...
Dışarıda kar, yağmur, fırtına belki. Körpe çuhaçiceğinin, yeşillerin uyumlu çizgileri arasında size gülümsemesi gelir aklınıza.
Köpürüp akan bir ırmağın kıyısı, bir kasabanın yalnızlığı, otlan dağlayan alevlerin sıcaklığı...
Koyaklardan esen bir yel, bir kıyı kentinin sarhoşluğu...
Ve bir dize, çok eski günlerden kalan:
"Bakışını gördüm
Gözlerini kapattığın zaman
Mahzun olmama izin vermedin
Ve ben bir şey yapmasam bile bol bol ağladım
Artık bana hiçbir şey söylemeyeceksin
Hiç ama hiç
Bir sürü adam çiçekler getirdi
Nutuklar bile söylendi
Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm."
***
Bir öç almanın peşindeyiz toplum olarak..
Yaşananlar neyin öyküsüdür, farkında mıyız?
Şu özel yetkili mahkemeler, MİT olayı, çarçabuk yasa değişikliği...
Kavga nereden başladı ve sonucu ne olacak?
Van depremini, 24 şehidimizi, Uludere katliamını çoktan unuttuk.
Gözlerimiz kapalı...
Kulaklarımız duymuyor...
Acaba toplumun yüzde kaçını ilgilendiriyor bu saydığım birkaç olay?
Sanki azgın dalgalar giriyor araya ve toplumu bölüp parçalıyor.
Varlığın anahtarını artık şairlerin dizelerinde aramaya başladık.
Vicente şöyle der:
"Kalbin bir yağmur mu yoksa bir kenar mı olduğunu bilmek istiyorum,
İki kişi birbirine gülümsediğinde bir yanda kalan nedir,
Ya da yalnızca bir sınır mıdır, iki yeni el arasında
Hiç parçalanmayacak iki deriyi sıkıştıran."
Çiçek, uçurum ya da kuşku... Uludere'de bombalanarak öldürülen çocuk yaştaki genç bedenler... Ailelerin çığlığı:
"Suçluları ortaya çıkarın, acımızı bankaya para yatırarak dindiremezsiniz!"
Bilmem bu çığlık içinizi acıttı mı sizin de?
***
Güneşli bir günün sabahında uyandım... Kafamda bir yığın soru...
Böyle havalarda ne yapmalı?
Stefan Zweig'in "Montaigne,ini okumalı önce.
Nazi Almanyası'nda kitaplarının yakılmasının ardından hümanist düşünür, Erasmus'la başlattığı düşsel yolcuğu Montaigne'le sonlandırır.
Zweig, "En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir" diyen Montaigne'de kendini bulmuştur.
Umur Talu'nun "Bedelli Gazetecilik'' (Everest Yayınları), Ece Temelkuran'ın "Kayda Geçsin" (Everest Yayınları), Sinan Akyüz'ün "İnci: Kuşları" (Alfa Yayınları) ve Robert-Jean Longuet'in "Büyük Dedem Karl Marx' (Yordam Kitap) masamın üzerinde duruyor.
Ece Temelkuran'a liboş ve yandaş tayfa vuruyor vurdukça.
Gerçekleri dillendiren, nice ölümlere, zalimliklere karşı çıkan, adalette eşitlik ve hukukun üstünlüğünü savunan bir yazara yapılır mı bu? Onlar için fark etmez... Şeytanlığın içinde kendilerini bulmuşlardır...
Fazla söze gerek yok!
***
Şairin dizeleriyle kucaklıyorum yaşamı...
Çiçek, uçurum, kuşku ve susuzluk!
İki dudağın arasında uyuyan şu kınalı kuş yine pencere kenarına kondu, bana bakıyor, ben de ona.
Yine düşünmeye başlıyorum...
Sindirilmiş, bastırılmış medya, sendikalar, demokratik kitle örgütleri...
Telefon dinlemeleri, gizli yatak odası çekimleri...
2011 seçimlerinde yüzde 50 oy iktidarın başını mı döndürdü?
Bir güç savaşı başladı tepede...
Muhalefetin gücünü iktidara güdümlü medya yok etti, sözde liberaller 12 Eylül anayasa oylamasında "yetmez ama evet" dedi...
Şimdilerde "bu kadarı da olmaz" deyip ekliyorlar:
.'Türkiye demokratik bir hukuk devletidir."
Artık çok geç dostlar, çok geç...
Atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti !

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget