On yıl sonra "11 Eylül" - Ergin Yıldızoğlu

Geçen hafta “11 Eylül”ün 10. yılı münasebetiyle yoğunlaşan tartışmaları iki başlık altında toparlayabiliriz. Birincisinde, “11 Eylül’de ne oldu?” sorusuna, ikincisinde de “11 Eylül’de tarih makas mı değiştirdi yoksa yalnızca hızlandı mı?” sorusuna cevap aranıyor.

Hâlâ bilmiyoruz
Resmi açıklamalara göre, El Kaide örgütünden “teröristler” dört yolcu uçağını kaçırdılar. Bu uçaklardan ikisi New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kompleksinin “İkiz Kuleleri”ne çarptı, üçüncüsü ABD ordusunun merkezi Pentagon’u hedef almıştı, dördüncüsü de kırsal alana düştü.

Böylece dünyanın süper gücü ilk kez kendi toprağında saldırıya uğramış oluyordu. Saldırılarda, Dünya Ticaret Merkezi, “İkiz Kuleleri” çöktü, kompleksin diğer 5 binası, “Üçüncü Kule” olarak adlandıran yapı da başta olmak üzere tümüyle imha oldu, 3 bin 500’den fazla insan yaşamını yitirdi.

Akıllara önce şu soru geldi: Nasıl oldu da bir avuç terörist, CIA, FBI, NSA, MI6, MOSSAD, Deuxieme Bureau gibi dünyanın en yetkin istihbarat örgütlerini atlatarak bu saldırıyı gerçekleştirebildi? Bunu birçok başka soru izledi.

“İkiz Kuleler”in çöküş biçimi, enkazda karpit kalıntılarının bulunması, bir üçüncü kulenin daha çökmesi, enkazın kriminoloji soruşturması başlamadan, yasalara aykırı olmasına karşın temizlenmesi, Pentagon’da saldırının olduğu yerde duvarda bir delik olmasına karşın tanınabilir bir uçak enkazına rastlanamaması, civardaki kimi CCTV kameralarının kayıtlarının bulunamaması, New York ve Washington’ın hava güvenliğinden sorumlu NORAD’ın kaçırılan uçakları havada yakalamayı başaramamış olması açıklanamayan konular arasındaydı. “11 Eylül Soruşturma Komisyonu” bulgularını yayımlarken komisyonun başkanı, başkan yardımcısı, üst düzey hukuk danışmanının, raporu sahiplenmediklerini açıklamaları da soruları arttırdı.

Bu soruları sormakta ısrar edenler ise komplo teorileriyle uğraşmakla suçlandılar. Ama Bush yönetiminin, El Kaide’yle başlayan açıklamaları, Irak’ta kitle imha silahları var iddiaları da Paul Craig’in Counterpunch’taki yazısında işaret ettiği gibi aslında “komplo teorisi kategorisine girmiyor muydu?”

Bu sorulara bugüne kadar tatmin edici cevaplar bulunamadı. Ben kendi hesabıma bir komplodan çok, tarihte çürüyen imparatorluklarda çok sık rastlanan bir beceriksizlik, acımasız bir fırsatçılık örneğiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Birincisi, o sırada yönetimde olanlara bakınca karşıma, bu kadar büyük bir olayı planlayacak, “fanatik” düzeyde inançlı, inancının getireceği riskleri kabul edecek “erdemli” insanlar değil, bir sürü paragöz, oportünist görüyorum. İkincisi, bu kadar büyük bir olayı gerçekleştirmek için gerekli olanakları, personeli bir araya getirebilen bir liderliğin, 11 Eylül sayesinde gündemine alabildiği en önemli konuda tümüyle başarısız kalmış olması, bana “şeytani bir zekâ ve cesaret”le karşı karşıya olmadığımı düşündürüyor.

Yine de Hannah Arendt’in “iblisin sıradanlığı” üzerine söylediklerini aklımın bir köşesinde tutuyorum. 10 yıl önce “terörizme karşı küresel savaş” ilan edenlerin, şu günlerde, Libya’da El Kaide akımından örgütlerle işbirliği yapıyor olmasının, tarihin bir ironisi olmaktan öte, tuhaflığı da dikkatimden kaçmıyor.

10 yılın siyasi bilançosu
11 Eylül saldırısının yarattığı şok, Bush yönetimine bir “yeni savunma stratejisi” açıklama fırsatı tanıdı. Bu “yeni” stratejinin üç ayağı olduğunda artık tüm yorumcular anlaşıyor. (Örneğin: P. Stephens, Financial Times, 01/09/11)

(1) Hegemonya (kabule, örnek alınmaya dayanan bir liderlik) olarak tanımlanabilecek bir stratejiden, imparatorluk (şiddete, dayatmaya öncelik veren) projesine yönelik bir dış politikayı benimsemek. (2) “Soğuk savaş” bittikten sonra, dağılmaya başlayan “Batı Bloku”nu, şimdi “terörizme karşı küresel savaş” yoluyla yeniden ABD kanatlarının altına alarak “tek kutuplu bir dünya” inşa etmek. (3) Stratejik bir enerji bölgesi, jeopolitik alan olan Ortadoğu’yu yeniden ve İsrail’in güvenliğini güçlendirecek yönde yapılandırmak.

İmparatorluk stratejisi başarılı olamadı. Terörizme karşı savaş Batı blokunu yeniden kuramadı. Ortadoğu’da da bir yeniden şekillenme başladı. Ama İran’ın bölgedeki etkisinin artmış olması, Türkiye ile İsrail’in arasındaki diplomatik-askeri, hatta ekonomik ilişkilerin kopacak noktaya gelmesi, Fas’tan Suriye’ye Müslüman Kardeşler örgütünün yükselmesi, İsrail ordusu komuta düzeyinde “Ortadoğu’da kitle imha silahlarının da kullanılacağı geniş çaplı bir savaş olasılığının” konuşuluyor olması, bu şekillenmenin, Bush yönetiminin amaçladığının aksi bir yöne doğru olduğunu düşündürüyor.

Prof. Leffer’in Council on Foreign Relations’un yayın organı, Foreign Affaires’in Eylül/Ekim 2011 sayısındaki yorumunda vurguladığı gibi, “yeni savunma stratejisi” önüne koyduğu amaçlara ulaşamadı, “Afganistan ve Irak’ta işgalin başarıyla gerçekleştirilememesi, bundan kaynaklanan ABD düşmanlığı ABD’nin küresel üstünlüğüne zarar verdi.” Artık, özellikle “11 Eylül” tartışmalarında, “ABD hegemonyası sona erdi” saptamasının egemenliği dikkat çekiyor.

Ekonomik bilanço...
11 Eylül saldırısının yarattığı yıkım sigorta sektörüne 4.55 milyar dolar yük getirdi. 2001’de ABD’nin savunma harcamaları 304 milyar dolar dolayındaydı, 2008’de 616 milyar dolara çıktı, 2010’da 1 trilyon dolara ulaştı. 11 Eylül’den sonra kurulan İç Güvenlik Örgütü, 10 yılda 360 milyar dolar harcadı. Washington Post geçen yıl yayımlanan bir araştırmasında, 1200 yeni güvenlik örgütünün kurulduğunu, 2000 yeni personelin işe alındığını aktarıyordu. Bu alana da 330 milyar dolar civarında kaynak aktarılmış. “Terörizme karşı küresel savaş”, Afganistan ve Irak işgallerinin maliyeti 1.2 trilyonla 4 trilyon dolar arası bir rakamdan oluşuyor. Bu verilerden hareketle, savaştan kazançlı çıkan kesimin savunma ve güvenlik endüstrisi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, bu kesimin kazancı, borç köpüğünü büyüterek, finansal krizin zeminin oluşmasına katkıda bulundu, ABD ekonomisine, genel olarak kapitalizme pahalıya patladı.

2001’de ABD bütçesi 128 milyar dolar fazla vermişti. 2008’de bütçe 450 milyar dolar açık veriyordu. Bu yıl bütçe açığının 1.3 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. ABD devlet borçlarının GSMH’ye oranı 2001’de yüzde 32.2’ydi, 2009’da 53.3’e yükseldi.

ABD’nin Çin’le yaptığı ticarette verdiği açık 2001 yılında 83 milyar dolar, Çin’e borcu 78 milyar dolardı. Geçen yıl bu açık 273 milyar dolara yükselmişti, borçlar da 1 trilyon doları geçmişti.

Bu nedenlerden olacak, Standart Chartered Bank’ın baş ekonomisti Gerard Lyons “Geçen on yılın en önemli üç sözcüğü ‘terörizme karşı savaş’ değil, ‘bu Çin’de yapıldı’ idi; gelecek on yılda da ‘bu Çin malıdır’ olacak” diyor. (L. Barber, Financial Times 05/09/11). (Çarşamba günü; “11 Eylül’de tarih makas mı değiştirdi yoksa yalnızca hızlandı mı?”)

Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget