Hatırlayacaksınız, birkaç gün önce Selahattin Demirtaş’ın kongredeki konuşmasından söz ederken “Bu acımasız katliamların adı düpedüz terördür. Gerilla ise işgal altında veya dikta rejimi altındaki ülkelerde gerçekten ‘açık şekilde ezilenler’ arasından çıkan ve gruplar halinde savaşanlara verilen isimdir. Türkiye’de böyle bir durum olmadığı, Kürtler de Türklerle aynı haklara hatta çoğu kez daha ileri haklara sahip olduğu gibi bu katliamları yapanlar ile onlara destek verenler de ‘ayrılmak istemediklerini’ söylüyorlar. O halde ‘özerk olmak, vergi vermemek ama kaynakların sahibi olmak’ gibi nedenlerle adam öldürmek terördür, gerilla savaşı filan değil” demiştim.
İNSAN OLMAK YETERLİ
Bir mektup geldi. Daha önce Sırrı Sakık da “TV programım için aradığım” bir telefon görüşmesinde söylemişti “Sizin isminiz Kürt orijinli” diye, bu mektubu gönderen de “Adınız Rohad’dan geliyor, Kürt adıdır, böyle düşündüğünüze göre adınızı değiştirin” benzeri şeyler yazmış. Gerçi ben nereden geldiğini bilmiyorum, Antakya’da doğduğumda annemin sevdiği bir arkadaşının adı olduğu için bu isim bana verilmiş, ama bırakın orijini filan ismim açıkça Kürt ismi olabilirdi, ismi de bir yana koyun “kendim Kürt olsam” ne fark eder?
Sonuçta “insan”ım ve vicdanı olan hiçbir insan; yollara mayınlar döşeyerek, yolda yürüyen veya futbol oynayan polise-askere (hatta ailelerine) silahla-bombayla saldırarak katliam yapan, kısacası “demokratik” lafını ağzından düşürmediği halde “şiddet”le (hem de canavarca şiddet) çözüm arayan bir örgütü desteklemez. Kürt vatandaşların büyük bir çoğunluğunun da desteklemediğine inanıyorum. Zaten bu terör saldırılarında vatani görevini yapmakta olan Kürt gençler de ölüyorlar.
Bu nedenle kimse bana akıl vermeye kalkmasın, akılları fazla geliyorsa “katliam yapanları doğru yola çekmeye” saklasınlar. Bakın Barzani bile onlara doğru yolu gösteriyor artık!
İktidar-muhalefet.. Sıfır ilişki!
Hani “komşularımızla sıfır sorun” umuyorduk ve maalesef “İsrail, İran (son olarak dün füze kalkanı nedeniyle “Türkiye gerilim yaratıyor” dediler), Kıbrıs Rum kesimi (dolayısıyla Yunanistan), Suriye” derken neredeyse tüm komşularla “tam sorun”lu hale geldik ya, kendi içimizde durum daha da vahim. İktidar partisi AKP ile Ana Muhalefet Partisi CHP arasında “sıfır diyalog, sıfır tolerans, sıfır ilişki” hali mevcut.
Adeta her ikisi de “seçimler öncesinde oluşan kıyasıya kapışma” halini sürdürmekteler ve her ikisi de “tribünleri etkileme” yarışındalar. Dışarıdan bakanlar için kötü, moral bozucu bir tablo. İktidar partisi yöneticilerinin arka arkaya, CHP’nin eleştirilerini Kılıçdaroğlu’na “İsrail’i mi koruyorsun, Suriye’ye ‘mezhep yakınlığı nedeniyle’ mi sahip çıkıyorsun, Baasçı rejimler otoriter yapıları nedeniyle CHP’nin geçmişteki iktidarıyla aynı karakterdedir, genetik akrabalıkları var” benzeri olmayacak çıkışlar yaparak karşılaması hiç hoş görünmüyor.
MEZHEP AYIRIMCILIĞI
Hatta “danışmanlar devamlı kavga üretmeye mi çalışıyorlar” duygusu yaratıyor. Özellikle “mezhep” ilişkisi ima etmek kabul edilemeyecek kadar büyük bir siyasi hata; mezhep ayırımcılığı ve dinin siyasete alet edilmesi örneği. Ayrıca bugün dururken “geçmişteki CHP yönetimlerinin karakteri”nin ne alakası var?
Buna karşılık CHP’nin “AKP bitmiştir, tükenmiştir, Başbakan’ın ağzından kan damlıyor, başarısızlar vs” gibi yıkıcı eleştiri yerine eleştirilerini düz ve net bir dille getirmeleri daha iyi olur ama yukarıdaki tahriklere susmaları da kolay değil. İşin esası, bu kadar ciddi sorunlarla karşı karşıya bir ülkede iktidar ve muhalefetin kavga içinde değil, koordinasyon içinde çalışması gerekir.
SAVAŞIN EŞİĞİNDE..
Ortada birden fazla ülke ile “savaşın eşiğine gelinmiş” durum varsa muhalefet partilerinin “dikkatli olalım” veya “bu bir başka ülkenin içişlerine müdahaledir, komşu ülke olarak uyarırız ama ötesi yanlıştır” demesi dünyanın en doğal olayıdır ve iktidar partisi de bunu doğal karşılamalıdır. Karşılamayınca onlar da çıkıp “kısa süre öncesine kadar Suriye’de Esad’la yakın ilişki kurulmuştu, Libya’dan ödül alınmıştı” diyorlar.
Bu kavganın sonu gelmez, onun için beraberce “ateş kes” kararı alıp barış içinde yönetseler olmaz mı, imkansız mıdır “tribünlere oynamadan, haklılık kavgası yapmadan” yaşamak?
Uykusuz geceler geçirten yazar!
‘Ona yarın cevap vereceğim, hem biraz uzun olacağı için, hem de merak edip uykusu kaçsın diye’ demiş ve yanına bir “gülen surat” simgesi koymuştum. Yazı gazeteye geçerken “gülen surat”ın her nasılsa kalktığını görünce üzüldüm ama ‘bakalım yine de espri anlayışı içinde gülüp geçecek mi, yoksa ciddiye alıp her zamanki gibi ‘anında çakma’ havasını mı tercih edecek’ düşüncesi geçti aklımdan. Yeterli espri anlayışı olsa birinciyi yapardı ki ben bu ihtimali daha yüksek görmüştüm söyleyeyim..
Ahmet Hakan ise hemen kaleme sarılıp “Özgüvenine hayranım ama istersen abartma Ruhat, sen henüz hakkında yazı yazacağın kişilere uykusuz geceler geçirtecek kıvama gelmedin” dedi. Okuyanlar Batı’da olsa “wawww” derlerdi, Türkiye’de herhalde “vaayy” demişlerdir. Neyse..
Ben “hakkıyla” başarı kazanmış herhangi bir meslektaşımın “mesleki yeteneğini, zekasını, başarısını küçümseme” hatasını asla yapmam, Ahmet Hakan onu da yapıyor. Bu nedenle artık kendisinin “sanatçısından siyasetçisine, bilim adamına kadar hoşlanmadığı herkes”i küçümsemesi, alay ve hakaret hakkı görmesi ya da aleyhinde kampanya açması beni şaşırtmayacak. Alabildiğine yapsın, aferin ona!
TEVAZU KALKARSA..
Ama hatırlatmam gereken iki nokta var;
1- Dün de “Sanatçı yıpratmak” başlıklı bir yazı kaleme aldığına göre uykusu bir şekilde kaçmış, en azından kendi yaptığından huzursuz olmuş.
2-Madem ki tevazuyu bir yana bıraktı ve üstelik dünkü yazısında “sivri akıllı” diyerek bir kez daha alaya (ya da hakarete) yeltendi, o zaman ben de “uykuları fena halde kaçırtacak kıvamda yazar” konulu bir şeyler söyleyeyim izninizle.. . Gazetelerde “zaplama” mümkün olmadığı için durum farklı, daha büyük gazetede yazan avantajlı ama TV’de “uyku kaçırtan gazeteci”nin farkı açıkça görülür, sorsun bakalım; diğer kanalların “karşıma çıkarmayı denedikleri” gazetecilerin (ki biri pek yakın arkadaşı, “kaynattığı kazan” ancak üç dört hafta dayanabilmişti) ve dahi Pazar günleri aynı saatlerde tüm kanalların uykuları kaçmış mı? Kaçmayacak program/kanal var mıdır? Ya da ‘denemeye var mısınız’ ?
3- “Batı medyasında ‘ustaların ustası’ sanatçılara bile en incitici alaylarla saldırılar gerçekleştiğini” yazmış. Ben Batı’da eğitim gördüm, yıllarca yaşadım, Batı medyasını ve sanat haberlerini yakından takip ederim, bugüne kadar Ahmet Hakan’ın hoşlanmadığı sanatçılara yaptığı gibi alay, hakaret, mesleğiyle oynayacak ölçüde, günler süren kampanya görmedim. Varsa bize örnek göstersin. Yoksa.. Büyük haksızlık yapıyor artık fark etsin!
Ruhat Mengi/VATAN
Yorum Gönder