Yeni Dünya Düzeni, öteki adıyla ”küreselleşme” , 1990′larda Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle gündeme geldi.
O yıllarda uluslararası sermaye, üretim fazlası nedeniyle tedirgindi, kaygılıydı. Ayrıca yeraltı petrol birikiminin giderek azalması da bu kaygıyı korkuya dönüştürüyordu. Kapitalist sistemin sağlıklı işleyebilmesi için yeni pazarlar, yeni enerji ve hammadde kaynakları bulması, para akışını hızlandırması gerekiyordu. Küreselleşme ahtapotunun kolları yeryüzünü sarmalıydı.
Bu program çerçevesinde ABD ve yandaşları hemen ekonomik, kültürel, siyasal saldırıya geçtiler. Ülkelerin içişlerine ve yönetimlerine yön vererek ulusal üretimlerini engellediler. Yasaklarla, kotalarla tarımlarını çökertip, onları dış alıma zorladılar.
Bu, Yeni Dünya Düzeni’nin kuruluş dönemi, ilk aşamasıydı. Tarihe ve olaylara tanıklık ettiğimiz şu 2000′li yıllarda ise Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında küresel yayılma programının ikinci bölümü sahneye konmaktadır. Başoyuncu ABD. Yardımcıları AB. Başaktör Obama.
Bu birleşik emperyalist çetenin, bu Yeni Dünya eşkıyalarının ideolojisi neofaşizmdir, temeli militarizme dayanmaktadır. Onların tek itici gücü, insanlık anlayışları ise “çıkarları”dır!
Bundan üç yüz yıl önce, çıkarları uğruna öz vatanlarını terk ederek, bir araya gelip Amerikan devletini kuranların torunları ”Yeni muhafazakârlar” yani “vatansızlar”, bugün, dünyayı yağmalamak amacıyla kendi dışındakileri aşağılayan, küçük gören bir davranış içerisinde mazlum ülkelere saldırmaktadırlar.
Onlarla aynı duyguları paylaşan Samuel P. Huntigton, Medeniyetlerin Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması adlı ünlü yapıtında kendinden olmayan, kendi dışındaki ülkelere şu aşağılayıcı öneriyi götürmektedir:
”…Batı ve özellikle de, her zaman bir misyoner ulus olagelen, Amerika Birleşik Devletleri; Batılı olmayan halkların, kendilerini, Batı’nın değerleri olarak kabul edilen a) Demokrasi, b) Serbest piyasa, c) Sınırlı hükümet, ç) İnsan hakları, d) Bireycilik ve hukuk devleti değerlerine teslim etmeleri gerektiğine ve kendi kurumlarında, bu değerleri gerçekleştirmeleri gerektiğine inanır…”
Burada ABD’nin yol haritası açık bir biçimde ortaya konmuştur: “ Batılı olmayan halkların, kendilerini, Batı’nın değerlerine teslim etmeleri gerektiğine inanır…” Teslim olmayanların hali ortada.
Ne acıdır ki, bu gidişe, azgelişmiş ülkelerin azgelişmiş kişilikli, daha doğru bir deyişle, kişiliksiz işbirlikçileri de ortak olmaktadırlar.
Müslümanlık denilince mangalda kül bırakmayan dinciler; Irak’taki, Afganistan’daki, Libya’daki,, Suriye’deki Müslüman kardeşlerinin, ”katlini vacip” görmektedirler.
2000′li yılların başında Türkiye, Erdoğan Hükümeti aracılığı ile Ortaçağ karanlığına çekilmiştir. Ülkemiz, cumhuriyet kimliğinden koparılıp, İslami cemaat kimliğine dönüştürülmüştür.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP), özgün adıyla Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin, Ortadoğu’ya yerleşebilmesi için Amerika, emirlerine kayıtsız koşulsuz ”itaat eden bir kullar sürüsü” yaratmıştır. Bu nedenle ABD ve yandaşları, 1923 aydınlanmasını ve onu besleyen Kemalist kültürel değerleri yok etmek amacıyla elinden geleni ardına koymamaktadır.
Tarikatçı işbirlikçi takımı da hazır, küresel destek varken, şeriat hukukuna dayalı bir siyasal İslam düzeni kurabilmek uğruna, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi emperyalist güçlerle ittifak yapmakta, o da elinden geleni ardına koymamaktadır.
Sözlü ve yazılı yayın kuruluşlarına gelince; büyük bir kesimi ”mütareke basını” görevini üstlenerek, emperyalizm ve ortaklarını şevkle (güçlü istek, heves) desteklemektedirler. Bu görevlerinin yanında ayrıca, Samuel P. Huntington ‘ın öğütlerine de kulak vererek, ülkemizi Batı’ya ve ABD’ye teslim etmek üzere, Atatürk ‘e yabancı, cumhuriyete düşman, kültürel yozlaşma batağına saplanmış, kişiliksiz, boyun eğmeye hazır bir güruh yetiştirme çabası içerisindedirler.
Şunu artık açıkça söyleyebiliriz: Sosyo-ekonomik yapısıyla, yozlaşan kültürüyle, gönüllü mandacılarıyla bugünkü Türkiye’nin koşulları, ulusal kurtuluş mücadelesi koşullarından pek farklı değildir.
Sevgili ülkemiz ortaçağın karanlıklarına yeniden itilmiştir. Bu amaçla Amerika’sı, Avrupa’sı, köktendincisi. bölücüsü şehvetli bir güç birliği ile laikliğe, cumhuriyete, Atatürk’e, orduya saldırmaktadır. Üstelik onlar bu saldırılarında yalnız da değiller. Kendilerine (her nedense) solcu (!) diyen ve aydın olduklarını ileri süren bir aymazlar topluluğu da siyasal İslamcılarla birlikte 1923 Devrimi’ne veryansın ediyor, aslanlar gibi kükrüyorlar!
Ulusal devlet, ulusal ordu, ulusal eğitim; yapısında ”ulusal” nitelikli ne varsa onu yadsıyarak, dünya ile bütünleşeceklerini, özgürleşeceklerini sanıyorlar. Onlara göre, ”Bir devletin kendi kendisine yetmesi artık gerilerde kalmıştır. Hür dünya devletleri birbirlerine karşılıklı olarak bağlanmalıdırlar…” Yani emperyalizm kulu kölesi olmalıdırlar.
Bu özgürlükçülerin (!) arasında öyleleri var ki, Kurtuluş Savaşı öncesinde emperyalizmin uşaklığını yapan ”İngiliz Muhipleri Cemiyeti” üyelerine ”rahmet okutturacak” denli bağımlılık yanlısıdırlar.
Biz şunu bilir, şunu söyleriz: Bir kişi ister sıradan bir yurttaş, ister en üst düzeyde bir görevli olsun, her şeyden önce, temelini halktan, yüzyılların birikiminden alan ulusal kültürünü, ulusal kimliğini, ulusal onurunu ve bağımsızlığını korumasını bilmelidir.
Ulusal olmayan bir devlet, sadece emir kulları yetiştiren bir eğitim, Atatürk’ün hedeflediği ”çağdaş uygarlık” düşüncesi yerine Batıcı, küreselci, şeriatçı ideolojileri bayrak edinen kişi ya da kurumlar kimlik bunalımına düşmüştür, ihanet içerisindedirler.
Ulusal kültürü, ulusal kimliği ancak Kemalizmin ilkelerinde, 1923 Devrimi’nde bulabiliriz. Kemalizmin ilkeleri ve yöntemi ise açıktır: ”Hayatta en gerçek yol gösterici bilimi” kendisine kılavuz edinip, ”aklı hür, vicdanı hür vatandaşlar” yetiştiren ulusal bir eğitim, kulluk yerine vatandaşlık, mandacı anlayış yerine tam bağımsızlık…
Ali Eralp
Yorum Gönder