Toplumumuzda son zamanlarda yoğunluğu arttıkça artan bir tartışma yaşanıyor.
Tartışma kimi İslamcı yazarların yaşam tarzı konusunda yazdıkları üzerinedir.
İslamcı yazar, yorumcu ve bilim insanları; İslam yaşam tarzını benimsemeyenlerle benimseyenlerin, örneğin, içki içenlerle içmeyenlerin, nasıl ve hangi koşullarda bir arada yaşayabileceğini açıklıyor. Örnek olarak, eşcinseller ve nikâhsız birlikte yaşayanlar da sayılıyormuş!
İslam yaşam tarzını benimsemeyenlere hoşgörü ile bakılamayacağını, onlara yalnızca tahammül edilebileceğini, yani katlanılabileceğini vurgulayan İslamcılar, toplumsal alanda İslam yaşam tarzının geçerli kılınması görevini de devletin yerine getirmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
***
Tartışmalar iki doğrultuda ilerliyor.
Önce, İslam yaşam tarzını benimsemeyen kimi yazar ve yorumcular, İslamcı düşünürleri, akılları sıra, sorgulamaya çalışıyor. Kimse alınmasın, burada akılları sıra denilmesinin nedeni çok açık: İslam yaşam tarzının sınırları ya da nerede başlayıp nerede bittiği belli değildir. Çerçevesi belli olmayan bir konuda yorum yapmanın ya da tartışmaya girmenin anlamsızlığı da ortadadır.
Bu toplum, İslamı, kendi dilinde, yani Türkçe, öğrenme ve uygulama olanağına sahip değildir. Kendi dilinde ibadeti yasaklanmış olan bir toplumda; üstelik İslamın yaşam tarzıyla ilgili kuralları, ilkeleri ve uygulamaları tam anlamıyla yerleşmemişken bu konuda bütün Müslümanlığın benimsediği ortak bir nokta bulunmazken, yaşam tarzı dayatmasını, kim, hangi hakla yapabilir?
Kaldı ki, konunun Arapça bilen uzmanları arasında bile yaşam tarzı konusunda bir görüş birliği olduğu söylenemez. Özellikle de, dünyadaki yaklaşık bir buçuk milyar Müslümanın İslam yaşam tarzını aynı şekilde uyguladığı öne sürülemez. Hele yaşam tarzının yalnızca coğrafi dağılımına değil, tarihsel gelişimine de bakılırsa, burada bir mutlaklık değil, görelilik ya da değişkenlik olduğu kolayca görülür.
Cinsellik, eşcinsellik, nikâh ve genellikle içki, özellikle de şarap konularının tarihi ve coğrafyası üzerine İslamcı yazarların söyleyecekleri çok şey olmalıdır ki bunları kendilerine bırakalım.
Ancak, 18. yüzyıl Osmanlı saray şairi Nedim’in,
Meyhane mukassi görünür taşradan amma,
Bir başka ferah, başka letafet var içinde!
dizelerinin güzelliğini, içki içsin veya içmesin, kim silebilir?
***
Sonra, İslamcı yazarlar, İslam yaşam tarzına uymayanları yola getirme görevini devletin üstlenmesi gerektiğini belirtiyor. Oysa devlet, laik olması gerektiğini unutarak bu görevini on yıllardır yapıyor! Devletin atadığı binlerce din görevlisinin çalıştığı camiler bu iş için değil mi? Ya okullarda okutulan ve İslamın üstelik yalnızca bir mezhebini esas alan zorunlu din dersi; binlerce imam hatip okulu ve onlarca ilahiyat fakültesi eliyle devlet İslam yaşam tarzını, her gün daha da fazlasıyla benimsetmeye çalışmıyor mu?
Devletin yaşam tarzına daha fazla karışmasını istemek İslam öğretisinin bir gereği midir? Hem neden İslam devletsiz olamıyor? Bu son sorunun yanıtı acaba yalnızca yaşam tarzında mı gizlidir?
***
Toplum, uçsuz bucaksız bir okyanusa atılmışçasına, anlamını bilmediği bir sözcükler dünyasında, sınırları çizilmemiş bir boşlukta sallanarak yaşam tarzı konuşuyor. Ne yoksulluk, ne işsizlik, ne her gün yok edilen doğal ve tarihsel çevre gündeme geliyor; ne de temel insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması ve çocuk işçiliği anımsanıyor.
Daha da acısı, hızla artan kadına yönelik cinayetler ve on yıllardır süren kirli iç savaşta yaşamını yitiren gencecik insanların kutsal yaşam hakkı unutuluyor!
Yaşam hakkının unutulduğu yerde yalnız ve ancak yaşam tarzı tartışılıyor; yakışır!
Yakup Kepenek/Cumhuriyet
Yorum Gönder