Türk Ceza Kanunu’nun 12 Nisan 1991 günü kaldırılan 141. madde, 1. fıkrasını anımsıyor musunuz?
Şöyleydi: “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususta yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar. Bu kabil cemiyetlerin birkaçını veya hepsini sevk ve idare edenler hakkında ölüm cezası hükmolunur.”
Yukarıda belirtilen eylemlerin propagandasını yapanlar için ise 142/1 uygulanır, “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek veya devlet siyasi ve hukuki nizamlarını topyekûn yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır(dı).”
Türk Ceza Kanunu’na Mussolini’nin 1931 tarihli faşist “Yeni İtalyan Ceza Kanunu”nun 270 ve 272. maddelerinden alınan, çeşitli değişikliklerle 55 yıl yürürlükte kalan bu maddeler nedeniyle binlerce sosyalist gözaltına alınmış, tutuklanmış, işkencelerden geçirilmiş, ağır hapis cezalarına çarptırılmıştı.
Faşist İtalya’da olduğu gibi Türkiye’de de bu yasa maddeleri “müesses nizam” (kurulu düzen) kavramında saklı “kapitalist düzen”in hukuki güvencesiydi. Kapitalizmin ya da kapitalistlerin çıkarları söz konusu olduğunda bu yasalar devreye girer, sosyalistlerin, yurtseverlerin ensesinde boza pişirilirdi. Tepemizde “Demokles’in kılıcı” gibi asılı duran bu maddelerden payını almayan hemen hiçbir sosyalist yoktu.
***
Düzeni değiştirmek, bir başka deyişle kapitalizmi tasfiye etmek (ki buna düzeni yıkmak da diyebilirsiniz) bugün olduğu gibi dün de her sosyalistin başlıca ideolojik/siyasal hedefiydi. Ne var ki bu hedef doğrultusunda atılan her adımın bir bedeli vardı; sosyalistler yola çıkarken bu bedeli ödeyeceklerini hesaba katmak zorundaydılar.
Örneğin, işbirlikçi kapitalizmin palazlanmaya başladığı 1960’lı ve 1970’li yıllarda yabancı sermayeye, dolayısıyla ülkenin kaynaklarının emperyalizme peşkeş çekilmesine karşı çıkmak büyük suçtu. Ne var ki emperyalizm ülkede kök saldıkça tepkiler de çoğalıyor, mitingler, sokak gösterileri düzenin egemenlerini huzursuz ediyordu. 12 Eylül 1980 darbesi, müesses nizam/kurulu düzen açısından özünde bir “huzur operasyonuydu”.
Bu operasyon sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü. 171 kişi işkenceden öldü. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, açılan 210 bin davada 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. 71 bin 500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden, 98 bin 404 kişi de “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargı karşısına çıktı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 18 bin 525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına gitti. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. Sosyalist partiler kapatıldı, kitaplar toplatıldı, sosyalist gazete ve dergiler yasaklandı. Gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl hapis cezası verildi.
1980-1985 yılları arasında 22 bin 912 kişiye 0-1 yıl arası, 10.784 kişiye 1-5; 6 bin 186 kişiye 5-10; 2 bin 396 kişiye 10-20 yıl arası, 939 kişiye 20 yıl üzeri ceza verildi. 630 kişi müebbet cezası, 420 kişi de ölüm cezası aldı, 47 kişinin cezası infaz edildi.
Ve ülkemize huzur geldi.
***
Bu “huzur ortamında” bankalarımız, sigortalarımız, borsamız, limanlarımız, madenlerimiz, enerji tesislerimiz; telefon şebekelerimizden alkollü-alkolsüz içki sektörümüze, demir-çelik sanayimizden medya sektörüne kadar neyimiz varsa emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalizmin egemenliğine girdi.
Artık evrensel güçlerin Ortadoğu’daki payandası olarak dört bir yanda at koşturuyoruz. Fakat olan bitenler kimsenin umurunda değil. Bu düzeni eleştirmek neredeyse ayıp sayılıyor. Düşünüyorum da, nereden nereye gelmişiz diyorum.
Deniz Kavukçuoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder