Osmanlılar Bizans ve Rumeli’de bir bir fetihler yaparken, Bizanslılar’dan, Rumlar ve öteki Hıristiyanlar’dan, o zamana kadar Türk töresinde pek olmayan “içki, fuhuş gibi kötü ahlak da almaya başladılar. Osmanlı sarayına, şimdiye kadar pek görülmeyen, İslam ahlâkına, peygamber öğüdüne uymayan içki, zina, oğlancılık gibi ahlaksızlıklar Padişah Yıldırım Bayezi zamanında girmeye, sonraki padişahlar ve toplum da buna gizliden gizliye alışmaya başladı.
Bizans Osmanlı’nın peşpeşe gelen fetihleri ile sadece İstanbul kent merkezine sıkışırken, ayrıca fetih sırasında Bizansın seçkin aydınları Venedik’e kaçarak, Avrupa’lı öteki aydınlarla yaptıkları uyumlu bilim ve sanat sentezi ile Ronesans’ın hazırlanmasını da sağladılar.
Osmanlı Bizans sınırlarını zorlayadursun, İstanbul’da kalanlar ise, taht kavgaları, “melekler dişi mi, erkek mi” boş tartışmalarla, hurafe ile uğraşıyor; Osmanlı ile de iyi geçinmek için kâh kızlarını, kendileri teklif ederek Türk Padişahı ve beylerine veririrken, içki, fuhuş gibi Türk töresinde pek olmayan her türlü ahlaksızlığı Osmanlıya öğretiyorlardı.
Fetih ve zaferlere gözü doyan Yıldırım Bayezid, aralarında uzun zaman yaşadığı barbarların ve Rumların geleneklerinden etkilenmişti. Bu fetihlerde nice ganimetler yanında, biata zorlanan prens, krallardan yıllık vergi olarak binlerce altın, ayrıca nice güzel kızlar yanında yakışıklı oğlanları da Osmanlı sarayına getiriyorlardı. Bu genç yakışıklı oğlanları ne yapıyorlar dersiniz? Günümüzden 400-500 yıl önceki Peçevi Tarihi, Hoca Saddeddin Efendi’nin yazdığı Tac’ut Tevarih gibi tarih kitaplarını incelerseniz, Rumeli fetihlerinde nice altın mücevherat yanında esir alınan genç kızlarla yakışıklı “endamlı” düzinelerce genç erkekleri (oğlanları) saraya getiriyorlar, ayrıca ileri gelen vezirlere ikram ediyorlardı.
Rumeli fetihlerinden Osmanlı sarayı, hazinesi öylesine zenginlemişti ki, fetihlerdeki yağmalardan, özellikle boyun eğdirdikleri Hıristiyan prens ve dukalıklarından, aklın alamayacağı kadar altın olarak vergi, haraç alınıyordu. Bakınız Lamartine‘in tarih kitabının 90 sayfasında bu ihtişam için şöylece bir not bulunuyor:
“Yedi bin avcı ile sürdürlen, üzerleri “canfes” denilen değerli kumaşlarla kaplı köpeklerin bulunduğu av, Osmanoğullarının kısa zamanda ne kadar servet sahibi olduğunu göstermeye yetiyordu’. (Vay vay, av köpeklerine bile en pahalı kumaştan yelek dikiyorlarmış).
(Konumuzun dışında olmakla birlikte, denk düşmüşken bir parentezle doğa tahribatını da vurgulayalım. Binlerce kişiyle yapılan bu avlarla (yedi bin kişiyle), o zamanları aslan, kaplan, ceylan, vaşak gibi şimdilere değin nesilleri yok edilen Anadolu’nun zengin canlı doğa varlığını yok ediyorlardı, kürk merakı yüzünden binlerce kürk hayvanı yok ediliyordu. Osmanlı padişahları, o zamnları av yapabilmek için, etrafı ormanlarla kaplı İzmit’te Saray Yokuşu Kemal Paşa Mahallesi Eski Adliye Yanında şimdilerde müze olarak kullanılan av köşkü bile yaptırmışlar [i] ).
Sırp kralının kızı olan eşi, ona şarabın tadını ve sarhoşluğun alçaltıcı zevkini öğretmişti. İşte bu ihtişamla birlikte Osmanlı sarayındaki, bu yazımıza konu olan ahlaksızlığın her çeşidi de artıyor; bu ahlaksızlığı da, komşu krallar, prensler ve karıları, ihtişamına hayran kaldıkları ve de korktukları o devrin yani Osmanlı’nın yükseliş zamanlarındaki padişahlarına en işveli, güzel kızlarını hem de başlıklarını, çeyizlerini de vererek sunuyorlardı. İçkili, daha başka kötü huylu Hıristiyan adetlerinin en ahlaksızını kocaları padişahlara sunuyorlar ve onları bu ahlaksızlığa alıştırıyorlardı.
Macar ve Kıbrıs şarapları, Yıldıdırm’a Hz. Muhammed’in buyruklarını unutturmuştu. Peygamber, ümmetinin düşünce üstülüğünü sağlamak için, fermantasyona (mayalanma) uğramış içkileri yasaklamıştı.
Osmanlıyla işgallerle sıkı etkileşmesi olan Rumlar, birtakım aşağılık gelenekleri Osmalı Sarayı’na sokmaya başladılar.
Saraylar, yalnız savaş ganimeti olan güzel kızlarla değil, aynı zamanda bir bölümü hadım edilen, ötekileri ise doğaya ters düşen cinsel ilişkiler için kullanılan güzel oğlan çocuklarıyla doluyordu. Sanki Osmanlı’ya Lut kavminin günahkâr ruhu taşınmıştı.
Kadınca güzellikleriyle tanınan oğlanlardan bazıları, harem güzellerinin en büyük rakipleri oluyorlardı. Böyle aşağılık bir biçimde kullanıldıktann sonra içoğlanlığa kadar yükselenler, İmparatorlukta daha büyük rütbelere sahip olabiliyor ve böylece kendilerini o mevkiye getiren ahlaksız zevkin devamına olanak veriyorlardı.
Doğu ülkelerinde, çok kadınla evlenme geleneğinden ortaya çıktığı sanılan bu kötü huy, Türklerin saf, temiz törelerini iyiden iyiye bozmaya başlamıştı. Bizans saraylarındaki gibi çoğalan hadımlar, çok geçmeden kadınların ve çocukların koruyucuları rolünde üçüncü bir cinsiyet meydana getirmiş oluyordu. Erkekteki cesaret ve aşk kaynaklarından yoksun olduklarından, sahip oldukları istekler yalnız kinin soğuk tutkusu, kıskançlık ve yükselme hırsıydı.
Hz. Muhammed’in ilan ettiği kutsal yasanın hükümleri, bu iki doğa dışı ahlaksızlığı boşuna yasaklamış gibiydi. Eski Yunan dönemlerindeki hadımları ve Makedonya’lıların “ölümsüzler” diye adlandırdığı ahlaksız oğlanlardan kurulu topluluğu taklit etmek isteyen Osmanlılar, seçme köleler yatiştirmek üzere, Gürcü ve Çerkezler arasındaki en güzel erkek çocuklarını topluyorlardı.
Osmanlıda içki, oğlancılığı başlatan Yıldırım Bayezid, Rumelide savaş meydanında düşman peşinde olan kardeşi Yahya Çelebi’yi çağırtarak çadırda boğdurttu. Böylece kardeş katliamını başlatan Yıldırım Bayezid, kardeşi Yahya Çelebi’nin suçsuz günahsız katledilişine çok üzülen orduyu susturmak, askeri padişaha bağlamak için de Osmanlı tarihinde ilk defa olarak cûlus bahşisi dağıtılmıştı. [ii]
Hoca Sadettin Efendi tarihinde şöyle yazmakta:
“Yıldırım Bayezıd’in kardeşi Yakup Çelebi’ye haber salıp “gel seni baban ister” diyerek getirdiler. Saygı ile padişah otağına atı ile gelen Yakup Çelebi’yi çadıra alarak “kaydını gördüler” yani boğarak öldürdüler. [iii]
Yıldırım Bayezid, toplanan bu Hıristiyan çocuklarını saray hizmetlerinde ve ordusunda kullanıyordu. Geleneklerdeki bozukluklarla pek bağdaşmayan askerce düşünceler, bütün bu aşırılıklara rağmen sultan ve çevresinde varlığını südürüyordu. İçkili olduğu zamanlar hariç tutulursa, asker sınıfının adaleti mükemmel, disiplin de çok sertti.
O dönemde, Bursa yöresindeki bir tekkede yaşayan, bilgili ve saygın yaşlı bir şeyh vardı. Buhari [iv] isimli bu şeyh, Mısır’daki İslam Halifesi tarafından gönderilmişti.
Şeyh Buhari sonunda telkinleriyle sultanın vicdanını etkilemeyi başardı. Bu ihtiyar din bilginin biliminden de yararlanan Yıldırım, kendi yaşadığı hayat ile Kuran’da öngörülenin arasındaki farkı sezince, yaptıklarından büyük pişmanlık duydu.
Şeyh Buhari bir gün, Yıldırım Bayezid’e şöyle dedi:
“-Ya Hz. Muhammed Tanrı’nın sahte bir elçisidir, ya da sen Peygamberimizin sahte bir ümmetisin”.
Bu sözler, Sultan Bayezid’in kendine gelmesine yetti.
Bundan böyle, günahlarının “kefaretini” ödemek için çalışacağına ant içti. Sarayı içoğlanlardan temizledi. Tokay (Macar likör şarabı) ve Kıbrıs şarapları ile dolu olan fıçılar boşaltıldı. Ama Bizans’tan aldığı bu ahlaksızlığın, ileride esir düştüğü Timur belası ile canıyla ve çocuklarının başına gelen felaketlerle sanki kefaretini ödemiş gibi idi.
İçoğlanları [v] önce Yıldırım Bayezid zamanında devşirmeler arasından seçimeye başlandı. Devşirmeleri, padişah arz adasındayken birer birer görürdü. Kapıağası, padışahın emriyle bunların içinden en iyilerini seçer, diğerlerini Acemi Ocağı için yeniçeri ağasına gönderirdi. Seçim sırasında güzel yüzlü, düzgün vücutlu olanlar tercih edilirdi. [vi]
Bizans, öteki Rumlar ve Hıristiyanlardan Osmanlı sarayına giren bu ahlaksızlık yüzyıllarca devam etmiş. İsterseniz Yıldırım Bayezid’den (1360,– 1403) dört yüz yıl kadar sonra yaşamış 1. Abdulmecid’in (1823, 1861) konumuzla ahlakla ilgili yaşamına ve devrine da bir göz atalım.
A.Cevdet Paşa’nın Seçmeler tarihinden öğrendiğimize göre, “İstanbul’da Padişah Abdülmecid kadın kızla âlem yapıyor, pek çok cariyeden başka 20 den fazla kadınla nikâhlanıyordu. Padişahın erkekliği zayıfladığı için Avrupa’dan kuvvet macunları, ilaçlı şaraplar getirtiliyordu. (Bu sefahat içinde olan padişah Abdülmecit vereme yakalanarak 39 yaşında ölmüştür)
Kâğıthane deresi boylarında, Bayezid meydanında arabalarla sevişme olayları yaşanıyor. Büyükler içinde gulâmpârelik (oğlancılık) olayları bile oluyordu. Bunlardan Âli Paşalar, Kamil Paşalar gulâmpârelik (oğlancılık) yaptıklarını saklamaya çalışıyorlardı. Halktan bazı hoca takımları da, bu olayları helâk olan “Lüt kavmi” ile kıyaslıyordu. [vii]
Belki de inanmayacaksınız, Osmanlı’da “Oğlan pezevengi” denilen bir vezir bile varmış, buna ilişkin başka yazımıza ileriki günlerde yer vereceğiz.
Yıldırım Bayezid henüz İslam Halifesi olmamasına karşın, Padişah Abdülmecid (yavuz Sultan Selim’den sonraki bütün padişahlar) tüm Müslümanların Halifesi idiler. Bu nasıl Halife ki, içkiden, zinadan, oğlancılığa kadar İslama aykırı şeyler yapıyorlardı.
Aradan yüzlerce yıl geçmesine karşın, sanki Lüt kavmi Osmanlı’da hortlamış gibi idi. Evet Osmanlı,“Lüt kavmi gibi, Tanrı tarafından taş yağdırılarak helak olmadıysa da”, her geçen yüz yıl içinde geriliğin batağında, bilimsizlikten cehaletle yıkılmaya devam ediyor, kuruluşundan 624 yıl sonra (1299-1923) bir enkaz halinde Tarih sahnesinden siliniyor, yerine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Çağdaş TC i kuruluyordu.
YILDIRIM BAYEZİD’İN HAZİN SONU
İsterseniz, bu sefih içki ve ahlak dışı olayları Osmanlı sarayına sokan, sanki Tanrı’nın Lüt Kavmi’ni cezalandırdığı gibi, Yıldırım Bayezid’in ve çocuklarının başına gelen felaketlere bir bakalım.Anadolu’da ilerleyn Timur’un bir isteğini içeren mektubuna hakaret dolu mektuplar yazan Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşında yenilip Timur’a esir düştüğünü tarih kitaplarından biliyoruz. Yıldırım Timur’a esir olduktan sonra, Timur’un torunlarından Muhammed Mirza ile Yıldırım’ın büyük kızı evlendirildi, düğün ve Timur’un zaferleri için büyük bir şölen düzenlendi. Bu şölenlerde Kuran’ın yasaklamasına karşın, İran Doğu Türkleri’ne, Rumlar da Osmanlı Türklerine şarabın tadını öğretmiş olduğundan doyasıya şarap içildi.
Timur’a esir düşen Yıldırım, bir demir kafes içerisinde Anadolu’da bazen bir at üstünde, bazen bir deve üstünde adeta biir sirk maymunu gibi dolaştırılırken, Timur, ordularını çocuklarınıın ve torunlarının komutasında Anadolu şehirlerine, bölgelerine 300 bin Türkistan atlılarını dağıtarak Anadolu’yu talan ettiriyordu; böylece geçtikleri yerlerden arkalarında yangın, kül, dumandan iz bırakıyorlardı. Anadolu, Timur’un ataları olan Moğolların ikinci talanına tanık olmuştu. Fakat bu onursuz esaret ile vatanı isitila ile yakılıp yıkılan Yıldırım Bayezid’i üzüntüden, kahrından bitiriyordu. Yanında tutsak bir sultan (Yıldırım) ile Küçük Asya’nın bütün ganimetleri olan Timur, geri dönüş yolculuğuna başladı. Timur, yanında esir olarak taşıdığı Yıldırım Bayezid’i Semerkant’a götürdükten sonra, ona hemen evrensel duruma gelmiş olan imparatorluğunun görkemini göstermek ve kendisine bağlı bir sultan olarak tekrar Osmanlı İmparatorluğu’nun başına geçirmek, istemeden neden olduğu Ankara Savaşı’nın etkisiyle iyice sarsılan Osmanlı İmparatorlu’ğuna yeniden eski gücünü kazandırmak amacını güdüyordu. Fakat vakitsiz gelen ölüm, Timur’un bu tasarılarını altüst etti.
Bu onursuz tutsaklığa dayanamıyan Yıldırım Bayezid’ın üzüntüsü onu yedi bitirdi. Orta Asya’yadoğru ilk anavatanına götürülürken 1403 de Sivas yakınlarında Yıldırım öldü. Timur, Yıldırım’ın cenazesini onun oğlu Musa Çelebi’ye teslim etti. Eşi Sırp prensesine ve haremindeki bütün kadınlara özgürlüklerini verdi. Cenazesi Bursa’ya yüz kadar Türk atlısı ile getirildiği zaman, imparatorluğun kalıntısını paylaşamayan, Yıldırım’ın oğullarından İsa ve Mehmed’in orduları çarpışıyordu ve bu kargaşa nedeni ile cenaze Bursa’ya sokulamadı, geçici olarak çevrede bir çınar ağacının altına gömüldü. [viii]
DİPNOTLAR
________________________________________
[i] http://firmalog.com/firma/kocaeli-av-kosku-saray-muzesi/#ixzz28yY0Q35X
[ii] http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Bayezid
[iii] Tacu’t Tevarih Hoca Saddeddin Efendi Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları; 1979 Cilt: 1 Sf: 81–82–157–158
[iv] (Şeyh Şemseddin Muhammed bin Ali Hüseyn-i Buhari) “Emir Buhari” de denir. Türk Mutasvvufı (Buhara 1368/1369 Bursa 1429/1430 Anadolu’nun birçok ilini dolaştı, sonra Bursa’nın Gökdere yöresinde, dünyadan el etek çekerek bir mağaraya yerleşti. Yıldırım Bayezid’in ilgisini çekti ve onun kızıyla evlendi. Ankara Savaşı’na katıldı. Timur ordusuna tutsak düştüyse de sonradan serbest bırakıldı. Müritleriyle ll. Murad’ın İstanbul kuşatmasına katıldı. Gerek zamanında, gerek ölümünden sonra tasavvuf şairlerini ve halk ozanlarını etkiledi. Bugün Bursa’da Emir Sultan adını taşıyan bir mahalle, bir camive içinde yattığı bir türbe vardır. Menkibelerden oluşan yapıtları vardır.
[v] İçoğlanları: Osmanlı döneminde saray hizmetine alınarak, devletin çeşitli makamları için yetiştirilen gençlere verilen ad.
[vi] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınları 2011 sf 85-86-
[vii] A.Cevdet Paşa Seçmeler Millî Eğitim Bakanlığı, 1994 sf 206–207
[viii] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınları 2011 sf 126-127
Yorum Gönder