İdam ve Odatv - Ali Sirmen

Öyle görünüyor ki idamın yeniden yürürlüğe konması Başbakan’ın gereksiz inadı yüzünden, daha bir süre gündemi işgal edecek.
Tayyip Bey bu inadında samimi midir, yoksa gelecekteki başkanlık hesapları ve MHP’nin tabanına oynamak için mi bu yolu tutmaktadır? Bilemem.
Her iki halde de sonuç değişmeyecek, Tayyip Bey ölüm cezası inadını sürdürecektir.
Daha önce, 6 Kasım günü bu köşede konuya değinip çağımızda idamın, beklenen işlevi yerine getirmediğinden uygar ülkelerde kaldırıldığını yazmıştım.
Başbakan ise idamın yeniden yürürlüğe konması önerisine dayanak olarak, uygulamanın ABD’de var olduğunu belirtiyor ki, bu açıklama gerçeğin tümünü yansıtmaktan uzak. ABD’nin bir kısım eyaletlerinde idam yürürlükte olmasına karşın çoğunluğunda tarihe karışmış bulunmaktadır.
Çağdaş ülkelerde idam karşıtlığı ise yadsınamaz bir gerçektir.
***
Tabii çağdaş yaklaşımla Başbakan’ın yaklaşımı arasında büyük farklılıklar var. Başbakan olaya ‘kısas’ açısından yaklaşıyor ki, bunun çağdaş yaklaşımla ilgisi yok.
Çağdaş düşüncede, ceza ‘kısas’ değildir, intikam değildir.

Çağdaş dünyada cezadan beklenen işlevlerden birincisi, cezanın ıslah edici niteliğidir.
Ama cezadan beklenen asıl tartışmasız işlev cezanın önleyiciliği ve caydırıcılığıdır ki, ölüm cezalarının bu işlevi neden yerine getirmediği 6 Kasım tarihinde bu köşede yayımlanan yazıda, ayrıntılı olarak anlatılmış bulunulmaktadır.
İdamla ilgili çağdaş tartışma konusu devletin öldürme yetkisiyle ilgilidir.
Devlet, hangi nedenle olursa olsun bireyin canını alma yetkisine sahip olamaz.
Herhangi bir devlet, kendi yasama organından usulüne uygun şekilde bir yasa çıkararak ya da bu hususu anayasasına koyarak ölüm cezasını getirebilir mi?
Evet hukuken getirebilir.
Aynı şekilde, bu husus halkoylamasıyla da sağlanabilir.
Ama bu durum davranışın çağdışılığını ve insanlık dışılığını değiştirmez.
Ne yazık ki bunları Tayyip Bey’e anlatmanın zor olması da Türkiye’nin talihsizliğidir.

Ve Odatv davası...
Odatv davasında bugün önemli bir karar verilecek. Dava ya sonuçlanacak ya da “Ergenekon” ile birleştirilecek.
İki davanın birleştirilmesi, bir anlamda mahkemenin topu taca atması, konunun uzaması mağduriyetlerin artması sonucunu doğuracak.
Yine de olayı baştan beri izleyenler ve konuya hayalci olmayan bir açıdan yaklaşanlar, en büyük olasılığın bu olduğunu söylüyorlar.
Davanın sanıklar lehine sonuçlanmaması halinde, ortaya çıkacak görüntü, Türkiye’deki rejim açısından gerçekten korkunç olacak.
Bir an için, iddia makamının ortaya sürdüğü iddiaların gerçek olduğunu varsayalım. Yine de bunların bir demokraside suç oluşturmasını beklemek olanaksızdır.

Tüm yurttaşlar yazıp çizerek, yayın yaparak bir iktidara muhalefet etme hakkına sahiptir. Kısacası Odatv davasındaki gibi suçlamalara demokrasilerde yer yoktur.
Kaldı ki TÜBİTAK’tan gelen rapor, ne denli garip olursa olsun, yine de davada kanıt olarak gösterilen dokümanların sanıklar tarafından oluşturulduğu konusunda ciddi şüpheler uyandıracak niteliktedir.
Demokrasilerde, ciddi şüphe sanık lehine yorumlanır.
Aksine bir davranış, “beyyine külfeti”nin (ispat yükümlülüğünün) yer değiştirmesiyle, iddia makamının suçluluğu ispat etmesi yerine sanıkların suçsuzluklarını ispat etmeleri yükümlülüğünü doğurur ki çağdaş ceza hukukunda böyle bir şey olamaz.
Böylesi bir uygulama, ancak engizisyon mahkemelerinde geçerlidir.
Bu açıklamalar ışığında iyimser olup olmadığımı sorarsanız “hayır” diyeceğim.
İnşallah yanılır ve yarın bu sütunda özür dilemek zorunda kalırım! Amin!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget