Sevgili Finlandiyalı Meslektaşlarım,
Avrupa Gazeteciler Federasyonu Başkanı Arne König’in girişimleriyle
başlatılan, Türkiye’de cezaevine atılan gazetecilerle dayanışma kampanyasına sizin de etkin şekilde katıldığınızı sevinçle öğrendim.
Finlandiya Gazeteciler Birliği (UJF) Başkanı Arto Nieminen ve Ombudsman Juha Rekola imzalı, Helsinki damgalı mektup kasım ayı ortasında hücreme ulaştı.
Mektupta, UJF üyesi olan 15.500 gazeteci, program çalışanı ve
gazetecilik okulu öğrencisinin mesleki özgürlüğe ilişkin hassasiyetleri
dile getiriliyordu. Avrupa’nın belli başlı ülkelerinin her biri hapisteki bir gazeteciyle sembolik olarak “kardeşlik” kurmuş. Ben sizlerle kardeş olmuşum. Öteki ülkelerdeki kardeşliklere ayrıca değineceğim.
Hapiste Türkiye’nin yanı sıra dünyanın pek çok kentinden mektup aldım. Helsinki’den gelen bu mektubun binlerce meslektaşımın dayanışma duygularını içermesi direncime direnç kattı.
***
Finlandiyalı Kardeşlerim,
Türkiye’de halen 70’ten
fazla gazeteci hapiste bulunuyor. Dışarıdaki gazeteciler de
mesleklerini özgürce yapma duygusundan yoksun. Mektubunuzda siz de bu
duruma dikkat çekmişsiniz; korku ikliminin sona ermesi için hükümete
çağrı yapıyorsunuz ve meslek dayanışmasının önemini vurguluyorsunuz.
Hapisteki gazeteciler iki önemli sorumluluğu yerine getirme
göreviyle karşı karşıya. Mesleğin onurunu korumak ve mesleği sürdürmek.
Hapishane koşullarında da kalemi elden bırakmamak için olağanüstü çaba
harcıyoruz. Örneğin hücrelerimizde bilgisayar yok. Bu yazıyı elle
yazıyorum.
Mesleği sürdürmek derken vurgulamak istediğim şu: Evet, Türkiye’de gazeteciler hapiste ve bu ciddi bir sorun. Bundan daha önemli olan, Türkiye’de
hukukun üstünlüğü ilkesi ayaklar altında. Hukuk, bir iktidar silahı
olarak kullanılıyor. İktidarın karşısında olan bütün kesimler ciddi bir
korku ve endişe içinde. Uzun tutukluluklar, keyfi yargılamalar, bunların
kamuoyunca da tanınan kanaat önderlerine karşı kullanılması, toplumun
suskunlaşmasına neden oluyor.
Ben de kendi payıma hem özgürlüğüm için mücadele ediyorum hem
de genel hukuksuzluğun son bulması yönünde yazılar yazıyorum. Sizlerin
dayanışması Türkiye’nin yanı sıra dünyada da yalnız olmadığımızı gösterdi.
Kendimi Türkiye’ye karşı sorumlu hissediyor ve öyle yaşıyordum. Bundan böyle Finlandiyalı meslektaşlarıma karşı da sorumlu hissedeceğim.
Gazeteciliğin sınır tanımayan bir özelliği vardır. Sizler bunun
dayanışma anlamında da geçerli olduğunu gösterdiniz. Bu dayanışma ömür
boyu saklayacağım bir zenginlik olacak.
***
Finlandiya’nın hayatımdaki önemli bir yerini de sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.
Çocukluğumda futbola çok meraklıydım. Lise yıllarımda atletizme yöneldim. 1976 yılındaki Montreal Olimpiyatları’nda Finli atlet Lasse Viren’in
başarısı, akılda kalan koşu stili beni çok etkiledi. Atletizme daha çok
bağlandım. Ben de Viren gibi 5 bin - 10 bin metre koşmak istedim.
Gazetecilik eğitimine başlayınca atletizmi de bırakmadım. Ege Üniversitesi’nin atletizm takımında uzun mesafe koştum. Spor Yüksekokulu Müdürü Hikmet Kandeydi, bu okulda okumamama karşın beni takıma kabul etti. Üniversite yılları boyunca odamı Lasse Viren’in fotoğrafları süsledi.
Aradan yıllar geçti. Şimdi de cezaevindeki hücremde
Finlandiyalı gazetecilerin benim için hazırladığı, demir parmaklıklara
tutunan fotoğrafımın yer aldığı afiş var. Fince yazıların yer aldığı
afiş ikide bir kulağıma şunu fısıldıyor:
“Bir yolunu bul, Fince öğrenmeye çalış.”
O afiş yaşam sevincimi arttırıyor, beni dünyanın çatısına
çıkarıyor. Türkçenin uyak zenginliğini sizin coğrafyayla birleştirip
mırıldanıyorum:
Özgürlük bir an önce gelsin ki,
Önce Türkiye, sonra ver elini Helsinki!
Sevgili Finlandiyalı Kardeşlerim,
Özgürlükte görüşmek umuduyla hepinize kar taneleri dolusu
selamlar, saygılar sunuyor, dayanışma duygularınız için teşekkür
ediyorum.
Yorum Gönder