‘Erdoğan’dır ne derse yeridir!’ - Nilgün Cerrahoğlu

“Ağzınızdan çıkmayan sözcüklerin efendisi, telaffuz edilenlerin de kölesi olursunuz!”
Bu benim çok sevdiğim bir Anglosakson deyişidir.
Mevlana’nın bizdeki “olduğun gibi görün!” söyleminin Anglosakson kültüründeki “dediğin gibi ol”a denk düşen karşılığıdır.
Söylem ve eylem “tutarlılığının” olmazsa olmaz önemini vurgulamak için ifade edilir ve özellikle liderler söz konusu olduğunda Batı’da çok ciddiye alınır.
Çünkü Batı kültüründe sözcükler bizdeki gibi uçucu, kaçıcı, hamasi değil; alabildiğine önemli ve kalıcıdır.
Söylenen sözler derhal söylendikleri anda bağlayıcı nitelik kazanırlar. Ardından benimsenen tavır ve tutumlarla destek bulmazlarsa, inandırıcılık yıkılır!
Radikal’den Cüneyt Özdemir’in dünkü yazısını okurken bu Anglosakson özdeyişi hatırladım. Londra’dan yazan Özdemir; dünyanın en etkili düşünce kuruluşlarından biri olan Chatham House’un sözcüsüne; Erdoğan’ın Batı karşıtı çıkışlarının Batı medyasında neden fazla yankılanmadığını sormuş ve şu yanıtı almış:
“Bu marjinal bir dildir. Bu sözlerin, kime edildiği kadar nasıl edildiği de önemli. Bu yüzden kimse görmüyor.”
Erdoğan nasılsa tribünlere oynuyor, bu sebeple içi boş hamasetine kimse bundan böyle uzun boylu kulak asmıyor, demeye getiriyor Chatham House sözcüsü:
“Erdoğan’dır; ne derse yeridir!” hesabına.
Obama ile zımni anlaşma
Nereden nereye?
Davos’taki ilk “one minute çıkışı”nı hatırlıyor musunuz? Yer yerinden oynamıştı! İleri gelen tüm Batılı ajanslar, TV’ler, medyalar; başbakanın sözlerini yorumlamak için sıraya dizilmiş; “eksen kayması” analizleri yapılmıştı.
O “tarih yazan çıkışı”(!) takiben kaleme aldığım “Gazze’nin Ata’sı!” yazısına (1 Şubat 2009) bu yüzden şöyle başlamıştım: “Yurtdışında izini kaybettiğim ne kadar eş dost varsa aradı:
‘Ne oluyor?’ diyenler...
‘Türkiye’deki tepkileri’ öğrenmek isteyenler...
‘Yeni bir Ahmedinejat vakası mı’ diye soranlar...
‘Türkiye kendisine yeni bir yol mu çizdi?’ diye endişelenenler...
Yalnız 17 Ağustos depreminde, yurtdışındaki tanıdıklarımın böylesine yoğun ‘ilgisine’ maruz kalmıştım...”
Bu defa böyle derin merak ve endişeyle arayan soran hiç olmadı.
Zamanla hem Erdoğan’ın kolay gaza gelen üst perde salvolarına alışıldı. Hem de başbakanın, Ortadoğu icraatlarında Batı’yı zerre kadar tehdit eden bir profilinin olmadığı ortaya çıktı.
Arap sokağında sempati uyandıran çatışmacı efelenmelerine karşılık Erdoğan’la ABD Başkanı Obama bilakis görülmemiş ölçüde kanka oldu.
Erdoğan, Obama ile samimiyeti; “Başkanlık seçiminde gelip size destek olayım. Mitinginizde konuşayım!” diyecek denli ilerletti. Kendisi bizzat, ABD başkanının telefonla en sık aradığı yabancı liderlerden birine dönüştü.
Süreç içinde Erdoğan’ın uluslararası kamuoyu önünde İsrail’e fırça çeken söylemleri ile icraatı arasına fiili bir kırmı çizgi çizildi.
Uygulamada o “kırmızı çizgiyi geçen” Batı karşıtı bir icraatta bulunmadığı sürece; TC başbakanın başarılı olduğu hamaset alanı, “Ortadoğu politikaları hatırına” kendisine serbest bırakılacaktı.
Ve danışıklı dövüş
Bunu öyle ortadan söylemiyorum.
Davos’u izleyen aylarda, ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olan Alman Marshall Fund’dan Ian Lesser’dan dinlemiştim: “İsrail’e, Ahmedinejad gibi yaşam hakkı tanımayan ölçüde bir Yahudi düşmanlığı/antisemitizm dayatmadığı sürece RTE’ye, Obama yönetimi tarafınca esnek bir hareket alanı tanınmıştı. RTE’nin taban desteğini sürdürülebilmesi adına tanınan bu esnekliğe karşılık olarak, T.C. başbakanı da, ABD’nin önemle öncelik verdiği dış politika alanlarında Washington’la tereddütsüz birlikte hareket edecekti.”
Tam bir danışıklı dövüş!
Erdoğan’ın İsrail karşıtı sert çıkışlarından Washington temelde hoşnut olmasa da; taraflar, bu zımni anlaşma çerçevesinde düpedüz antant kalmışlardı.
Zımni anlaşma bügüne değin tıkır tıkır işledi.
Araya Arap Baharı girdi.
Yalnız Libya’da değil yanı başımızdaki Suriye’de de başbakan; “kardeşi Esad”ı bir hamlede silmek pahasına; ilk safta Batı ile işbirliği yaptı.
Kürecik kalkanında da keza, öteki yakın dostu, diğer “kardeşi Ahmedinejad”ı fena halde germek pahasına, ABD sözünden çıkmadı.
Hal böyle olunca, Erdoğan’ın mutat esip gürlemelerinin fazla bir sansasyon değeri kalmadı.
Erdoğan özellikle Gazze ve Ortadoğu söz konusu olduğunda; ağzından çıkan “sözün/sözcüklerin kölesi olmuyor.”
Tutarlılığa değil; kitlelerin damardan coşkularına ve duygularına hitap ediyor.
Bu sebeple AKP liderine; “Samimiysen hodri meydan; İsrail’i koruyan Kürecik’i askıya al!” çağrıları yapmak kubbede yankılanan hoş seda gibi kalıyor!
Tutarlılık, samimiyet, inandırıcılık gibi kavramlarla işi hiç yok başbakanın.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget