17 Nisan 1993, günlerden Cumartesi.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın programı belliydi. Bayanlararası voleybol kupası
maçını izlemek için Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu’na gidilecekti. Tatil günü
olduğu için köşk sakindi. Köşkün doktoru da Seyranbağları semtindeki pazara
gitmişti. Korumalar, kendi aralarında mesleki anılarını
anlatıyorlardı.
Koruma binasına haber geldri, “Özal rahatsızlandı” diye.
Daha kestirmeden ulaşabilmek için Cumhurbaşkanlığı köşkünün üst kapası olarak
bilinen ve mutfağa açılan kapısına koşarlarken, bir yandan da Köşkün emektar
hasta nakil aracı hazırlanıyordu. İşte, o gün yaşananları, Turgut Özal’ın
korumalarından birisi SÖZCÜ’ye şöyle anlatıyordu:
Yüzü simsiyah
olmuştu
Köşkün üst kapısından girip spor salonu olarak kullandığı yatak
odasının yakınındaki koridora girdiğimizde, Cumhurbaşkanımız bisikletin yanında
eşofmanlı olarak yerde yatıyordu. O bölüme, garson hariç kimse giremezdi.
Hepimiz büyük bir şok yaşıyorduk. Bizden önce Nöbetçi Yaver Remzi Beye haber
verilmiş, o da anında Başyavere durumu bildirmişti.
Cumhurbaşkanımızın yüzü
gördüğümüzde simsiyahtı. Yıllardır yanında olmama rağmen onu hiç böyle
görmemiştim. Hiç canlı olduğuna ilişkin bir emare yoktu. Kendisini hasta nakil
aracına götürdüğümüzde hepimiz büyük bir endişe içindeydik. Araçta Başyaver
Aslan Güner ile Başkomiser Turan İnanç da vardı.
Doğrudan Hacettepe’ye
götürdük
Koruma eğitiminde bize acil durumlarda en yakın hastaneye
götürülmesi öğretilmişti. Yola çıkarken Başyaver ‘GATA’ya yani Gülhane Askeri
Tıp Akademisi Hastanesine götürülmesini istedi. Ancak, kendisine ‘Bize en yakın
yer Hacettepe Hastanesi’ dediğimizde, gideceğimiz yer belliydi. Biz hareket
ederken, bir yandan da trafik ekipleri yolları açıyor, Hacettepe Hastanesine de
‘acil bir durum var, sayın cumhurbaşkanımız Hacettepe geliyor’ denildi.
Bugün bazıları, Özal’ı hastaneye götürürken zaman kaybedildiğini, hatta
önce GATA’ya götürüldüğü, oradan Hacettepe’ye getirildiğini bile söyleyenler
var. Bunun doğru olmadığını belirteyim. Bizim, Cumhurbaşkanlığı’ndan Hacettepe
Hastanesi acil servisine gidişimiz 7-8 dakika sürdü. Yollar açıldığı için
olabildiğine hızlı gidiyorduk.
Özal, hasta ziyaretine geldi
sanıldı
Hastaneye giderken, Sağlık Bakanlığı’nın, Dil Tarih ve Coğrafya
Fakültesi’nin önünden geçtik. Fakültenin sağındaki ara yolu kullanıp oradan
Hacettepe’ye yöneldik. O kadar hızlı hareket ediyorduk ki, yolun karşısına
geçmek için kavşağa bile gitmeden yol ortasındaki tretuvarı araçlarla
geçtik.
İlk gittiğimiz yer Çocuk Hastanesinin kapısı oldu. Siren çalarak
Hacettepe hastanesine geldiğimizde, Cumhurbaşkanımızın hasta ziyaretine geldiği
düşünüldü. Yetkililer de bize hemen orada karşıladılar. Onlar da Özal’ın ziyaret
için değil, rahatsızlandığı için getirildiğini orada öğrendiler. Hastanenin acil
kısmına geçişe de refakat edenler oldu.
Bayan doktor ‘eyvah’ dedi
Acil
servise geldiğimizde Özal’ın hasta nakil aracından indirilişine, o anda
yaşananlara orada bulunanlar tanık oldu. Acil servisten girildiğinde, Özal’ı
beyaz boyalı küçük bir odaya götürdük. O an yanındaydım. Bayan bir doktor göz
kapağını kaldırdığında ‘eyvah’ dedi.
Doktorun bu sözü üzerine biz de
panikledik. Doktor hanıma “kötü bir şey mi var’ diye sorduğumda doktor
soğukkanlılığını korumaya çalışarak, ‘yok…yok’ sözleriyle karşılık verdi. Hemen
ardından, Özal, ikinci kata çıkarıldı. Bu arada, hastane yetkililerinin de
önemli bir bölüme oraya gelmişti. Doktorların kendi aralarındaki konuşmalarından
da Özal’ı hastaneye getirdiğimizde vefat etmiş olduğunu anlamıştık.
Özal’ın “çeşnicibaşısı” vardı
Cumhurbaşkanımız bir yere gideceği
zaman “çeşnicibaşı” olarak nitelediğimiz “öncü ekipte” bir arkadaşımız
bulunurdu. Onun önemli görevi de garsonla beraber bulunur yiyecek-içecekleri
önce o içer-yerdi. Köşke bulunan personel zaten belli ve hepsi de güvenilir
kişiler olduğu için orada yemeklerin önceden çeşnicibaşı tarafından tadılması
uygulaması yoktu.
Özal’ın yatak odasının hemen yanında bulunan spor
aletlerinin bulunduğu bölüme sadece garson Nesrin Hanım girebilirdi. O sabah
eğer Özal’a bir şey verildiyse bilen odur. Özal’ın vefatından sonra 2 yıl Semra
Özal’ın yanında kaldı, daha sonra evlenip yurtdışına gitti. Özal’ın zehirlenmiş
olduğuna hiçbir zaman inanmadık, böyle bir şeye ihtimal bile vermedik.
O’nu kardeşleri yıkadı
Özal ölmüştü. Akşam, cenazesini GATA’nın
morguna götürdük. Orada ilaçlama yapılırken, iki arkadaşımız, onu bir kez daha
görmek istedi. Yanlış hatırlamıyorsam Turgay bey ile Kadir bey içeriye girdiler.
Çıktıklarında, Özal’ın yüzünün bembeyaz olduğunu söylediler. Hepimiz ağlıyorduk.
Morgda, rahmetli Özal’ı kardeşleri Korkut ve Yusuf Özal yıkadı.”
Korumaların çoğu yıllardır Özal’la birlikte çalışıyordu. Onun ölümü
onları da inanılmaz bir biçimde sarstı. Hele hele,”zehirlendi” iddiaları
karşısında sanki görevlerini yapamamış gibi kendilerini suçlu hissetmeye bile
başladılar. O günleri anlatırken, parmağından vurulduğunda da akan kanı koruma
Bekir Beyin mendiliyle durdurmaya çalışmışlardı. O mendil de hatıra olarak
saklanıyor…
Yorum Gönder