Çakma Cami, Buçuk İnsan - Cevat Kulaksız

Atatürk’ün laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için, iktidar, devletin bütün kurumlarını dinselleştirmeye devam etmekte.
AKP-RTE İktidarının en büyük dayanağı, nemalandığı kaynak dinsel parfümlü siyasi söylemler ve davranışlardan doğan sömürüdür. “Dinci kinci nesil yetiştirme”den tutun da, heykel sanatını “ucube” bir söylemle putlaştırmaktan, cami yapımına kadar iktidarın başı her türlü dini konuları siyasi sömürü aracı olarak kullanmaktadır. Uyacağına dair namus ve şeref üzerine yemin ettiği, halen yürülükte olan anayasamızın laik devlet hükmüne rağmen, dinsel devlet yaratmak için devletin tüm kurumları dinselleştirilmektedir.

Cuma namazlarını, bayram namazlarını nerede ise Halife padişahların Cuma selamlığı gibi alayı vala ile gösteriş namazları şeklinde kıldıklarına tanık oluyoruz. Siz hiç Batılı siyasetçilerin, bizimkiler gibi yandaşlarıyla gösterişili ibadet için kiliseye gittiklerini gördünüz mü? Şehirlerin en merkezi yerine, en mütena yerlerine ille de kilise yapacağım diye günlerce propoganda yapıp dini siyasete alet eden bir Batılı siyasetçi duydunuz mu?

AKP İktidarının başı RTE, hatırlıyor musunuz geçmiş yıllarda Ankara’da Çankaya’ya, İstanbul’da Taksim Meydanı’na ille de büyük bir cami yapacağız” diyerek dini gösteriş yaptığını her halde hatırlarsınız. Bunlara tarihi doku, çevresel olumsuzluklarla bakıp eleştirenleri de “bunlar camiye de karşı” diyerek karşıt düşünceli insanları halka karşı itibarsızlaştırmaya çalıştıklarını da görmüştük.

Şimdi de İstanbul’un en güzide seyirlik dinlenme, mesire alanına Çamlıca’ya büyük bir cami yapmaya karar verdiklerini öğreniyoruz. AKP-RTE iktidarının, on yıldan beri elle tutulur büyük bir fabrika yaptıklarına tanık oldunuz mu?  Üstelik AKP-RTE iktidarı tarafından 80-90 yıllık Cumhuriyetimizin binbir sıkıntı ile kazanımları olan fabrikalarını, nice kurumlarını, hem de 80 yıllık laik Cumhuriyeti kötüleyerek özelleştirme adı altında, nasıl çarçür ettiklerine, hepimiz tanık olduk.

Tutturdular şimdi İstanbul’un en güzide dinlenme, gezi alanı olan Çamlıca Tepesi’ne cami yapmaya giriştiler.

Avrupa bilim ve teknolojide ilerleme, sanayi devrimini yaparken, Osmanlı da, gelecekte ülkemizi işkâl edecek olan emperyalist ülkelerden borç paralar alarak Ermeni mimarlara saraylar, camiler (Dolmabahçe Sarayı ve Dolmabahçe Camisi vb) yaptırıyorlardı. Ne oldu o camiler Osmanlıyı kurtardı mı?

GELELİM ÇAMLICA CAMİSİNE   

İstanbul Çamlıca Tepesi’ne cami yaılması olayına değinmek istiyorum. Çamlıca’ya Cami Projesi yarışmasında Mimar Bahar Mızrak ile Mimar Hayriye Gül Totu’nun birlikte hazırladıkları projenin uygulanmasına karar verildi. Cami mimarisi için yarışma açılmış, yarışmada birinci çıkmadığı için iki bayan mimarın çizdiği tıpkı Sultan Ahmet Camisi’nin hemen hemen aynısı olan çakma yedi minareli cami yapmaya karar verdiler.

Bazılarının dediği gibi, kubbeli cami yapmak İslam mimarisinin geleneksel bir yapı tekniği ise de, artık günümüzde mutlaka kubbeli yapı yapılacak diye dini bir şart yoktur, çünkü artık beton var günümüzde. Gönül isterdi ki, klasik, geleneksel, çakma bir kubbeli cami yapmaktan ziyade, daha çağdaş, yeni mimari buluşlarla daha ilginç ve yaratıcılığı olan bir cami yapılmalı, bunun için de uluslararası bir proje yarışması düzenlenmelidir.

Bu konuda, ünlü mimarımız Vedat Dalokay’ın (1927-1991) mimari projesiyle 1970 de Pakistan’ın Başkenti İslamabad’da yapılan dünya çapında tanınmış Kral Faysal Camisi en çağdaş camilerdendir.  Dünyanın en ilginç camisi olan bu kubbesiz Kral Faysal Camisi Guiness Rekorlar Kitabına girebilmiş dünyanın en büyük camisidir. Ankara Batıkent’de de böylesine kubbeli olmayan iki tane cami bulunmakta.

Ankara’da Sıhhiye’deki Hitit Güneşi gibi birbirinden güzel projelerin mimarı olan, 1973-1977 arasında Ankara Belediye başkanlığı da yapan Vedat Dalokay’ın çizdiği, daha çağdaş bir mimari ile yapılacak olan şimdiki Kocatepe Camisi’nin projesini beğenmeyen birtakım ucube kafalılar, “geleneksel İslam mimarisine uymaz” düşüncesiyle projeyi beğenmeyerek şimdiki hale çevirmişler. Oysa insan her konuda daha ileri ve daha yaratıcı olmalıdır.

Madem böylesine büyük cami yapacaksın, gönül isterdi ki geleneksel kubbeli camide direnmekten ziyade, daha farklı ve modern bir eser yaratılabiliridi. Eskiden böylesine cami, kilise, su kemeri, köprü, kapalı çarşı gibi yapıların kubbeli yapılmasının tek nedeni, o zamanları demir beton olayı olmadığı için, çatıyı taşıyacak ayaklar da olmadığından mecburen bubbeli yapılırmış.

Günümüzde artık çok sağlam beton olayı olduğundan böylesine kubbelide direnmek bağnazlıktan başka bir şey değildir.

Gönül isterdi ki, bu tür önemli yapılarda yenilikçilik, bir zarafet, incelik ve yenilikçi mimari sanat olmalıdır. Beyinleri dinsel hurafelerle dolu ucube kafalı olanlar, yaratıcı olamazlar, asıl onlar buçuk insanlardır; onlar taklitçi, montaj, çakma iş yaparlar ve yaratıcı olamazlar, onun için de sürekli başka ülkelere muhtaçtırlar. Dinsel devlet yapılanmasına çalışanlara sormak gerekir, tek bir tane bilim alanında Nobel ödülü almış bilim adamımız var mı? Yoktur. Ama bütün Müslüman ülkelere kafa tutan İsrail’lilerin-Yahudilerin bilim alanında aldıkları bilim, sanat ödülü yüzün üzerindedir. [i]

Çünkü onlar toplumu dinciliğe, dolayısıyla geriliğe şartlandırmaz, özgür ve laik yaşar, laik düşünürler. Laik olmayan toplum hiçbir alanda yaratıcı olamaz. Müslüman ülkelere bir bakın hangisi çağdaş bir devlet yapısına sahiptir.
Bu konuda, tanınmış mimarlarımızdan ve 90 yaşına gelmiş halen yaşayan Aydın Boysan, kubbeli inşaatta direnen ucube kafalıları, yazdığı kitabında şöyle eleştirmekte:

“-Her türlü dünya görüşünden yoksun ve kendi toplumu tarafından art niyetle cahil bırakılmaya çalışılmış bazı insanlar, kubbenin camilere, dolayısıyla yalnız Müslümanlığa ait bir simge olduğunu sanmaktadırlar. Küçük-büyük bütün camilerin, mescitlerin ille de kubbeli yapılması gerektiğini düşünmektrdirler. Bu sanı, yersiz ve gereksizdir. Çünkü kubbe denen taşıyıcı sistem formu, geçmiş zamanlardacamilerde olduğuı gibi, kiliseler ve havralarda da kullanılmıştır. Bununlada kalmamış, din yapıları dışında hamam ve çarşı gibi yapılarda da, Güney Amerika’da bile kullanılmıştır. Bu durumda kubbenin İslamlığın simgesi olduğunun sanısı, kafalardan silinmesi gereken bir hazır düşüncedir”.

“Bazen, mimarlık kompozisyonlarındaki kitlelere simgesel anlamlar verilmekte ve sanki kitle biçimlenmesinin bu anlamlara göre ortaya konulduğu düşünülmektedir. Örneğin ortadaki egemen görünüşlü ana kubbenin padişahı temsil ettiği, onun yanında gruplaşan yarım kubbe, kemer gibi tamamlayıcı elemanların padişahtan sonraki devlet kuruluşlarını simgelediği sanılmaktadır. Bu düşünce biçimi, temelden yoksun bir safsatadır. Bütün büyük mimari eserlerin kitle ve kullanım olarak biçimlenmesi, taşıyıcı sistem şartlarından ve kullanma mantığından doğar”.[ii]

Mimar Aydın Boysan’ın yukarıda, 2007 de yayınlanan kitabındaki kubbe yapı benzetme safsatalarına değindiği gibi, Sultan Ahmet Camisinden çakma Çamlıca camisi için projeleri seçilen mimarları da beş yıl sonra şöyle bir safsata benzetme yapıyorlarmuş:

“Caminin:
-72,5 metrelik kubbesi İstanbul’da yaşayan 72 buçuk millete…
-107.1 metrelik minare uzunluğu 1071 Malazgirt Savaşı’na…
-34 metrelik kubbe çapı İstanbul’un plaka numarası olan 34’e…
Gönderme yapıyormuş.

Günümüzde hangi minareye hangi imam çıkıp da ezan okuyor ki? Belki de Çamlıca Tepesine yapılacak bu caminin 107.1 m lik yedi minaresi hava trafiğini aksatacağını da sanıyorum.

Sonra 72 yi anladık da, 72 buçukta, buçuk olan millet hangisidir. Lütfen bırakalım bu kahvehane söylem ve tekerlemesini. İnsanları “buçuk” diye aşağılamak hoş olmasa gerek. Genelde “buçuk” olarak çingene-Romanlar kastedilir. Dinsel hurafe ile kafaları doldurulmuş ucube kafalılardan yenilik, çağdaşlık, yaratıcılık beklenemiyor demek ki. İnsanları böylesine “buçuk” diye dışlayan, aşağılayanlara ünlü ozanımız Mahzuni Şerif dizelerinde şöyle demekte:

“Yarabbi, bütün insanlari sen yaratmadin mi?  Biz de senin kulun degil miyiz?
Neden bize buçuk derler? Onlardan neyimiz eksik?
Bizi de sen yaratmadin mi Allah’im? Sen birsin, biz de seni bir biliriz.
Bize neden buçuk derler yarabbi?”

“-Ulan çingene, sen niye hırsızlık yapiyorsun?
-Ben mi?
-Hiçbir kimse bana ekmek kapısı tanımıyor ki, çalmayayım da ne yapayım? –Aç mı kalayim?
-Peki, sen niye okula gitmiyorsun?
-Okul, okula mı?  Beni kimse buçukum diye okula degil yanına bile almıyor.
-Peki, sen kendine göre bir iş bulamadın mı?
-Buldum, buldum, sadece bana cellâtlık vazifesini verdiler.

“Çingenenin ellerinde kalburu vay vay …
Bir elinde kalbur birinde deri vay vay …
Bunu seven yokmu insanin biri vay vay …
Çingene çingene hayat sana mengene
Alem oturur kalkar serserisin gene

Eşek pastirmasi sucuk olur mu vay vay …
Gelip giden böyle cacik olur mu vay vay …
Ey insanlar insan buçuk olur mu vay vay …
Çingene çingene dara düstün sen gene

Çingene çingene dara düstün sen gene
Mahzuni çingene adamdir o gene
Adamdir ama neden adi olmuş çingene
Çingene çingene dara düstün çingene
Birçare çingene çingene çingene. Mahsuni Şerif  [iii]



SONNOTLAR

[i]Uçurum. Güneri Cıvaoğlu Milliyet 26.8.2010Bugünngunericivaoglu@gmail.com
https://siyaset.milliyet.com.tr/ucurum/gunericivaoglu/siyaset/siyasetyazardetay/26.08.2010/1281049/default.htmYorum: 0
[ii]
  Hayat Tatlı Zehir. Aydın Boysan Kitabı T. İşbankası Kültür Yay. 2007 sf 357-358)
[iii] https://lyrics.alternatifim.com/song.asp?ID=148349&sarki=%C7ingene%20Mahzuni&sarkici=Asik%20Mahsuni%20Serif

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget