Aylardır terörle yatıp terörle kalkıyor bu ülke?.. Her gün çatışma haberleri… Her gün kan, her gün ne yazık ki ölüm!..
Gün geçmiyor ki, bir şehidin cenazesi kalkmasın… Gün geçmiyor ki, Güneydoğu’da bir PKK’lı toprağa verilmesin…
Cezaevlerindeki açlık grevleri, başbakanlık önünde kendini yakma eylemleri!..
Polisin elinden gaz makinesi düşmüyor, üretici sebzeyi yollara döküyor…
Üniversitelerde kız öğrencilere bile meydan dayağı atılıyor…
Cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki fraksiyon ayrılığı ise bitmeyen politik gerginliği körüklüyor…
Suriye’de teröristler rejimi yıkmaya çalışırken, bombalar yanlışlıkla
topraklarımıza düşüyor… Irak, İran, Suriye hatta yakındaki İsrail; güzel
ülkemizin tüm sınırları kaos içinde çırpınıyor!..
33 silahsız askeri şehit eden teröristler, Türkiye Cumhuriyeti
mahkemelerinde, terörle mücadele etmiş generaller aleyhine tanıklık bile
edebiliyor!..
Hele “Gizli tanık”lar yok mu?.. Tetikçisi, dolandırıcısı ve ne yazık ki sapığı bile ciddiye alınıyor!
Medyanın halleri zaten düşman başına… Kitle örgütleri suskun, sendikalar
korkudan sararıp renk değiştiriyor!.. Umut beslenen partiler ise hayal
kırıklığı yaratıyor!
Veee… tam fırsatı!.. Gericisi, bölücüsü, döneği ve işbirlikçisi ise
Truva kısraklarıyla birlikte, koro halinde cumhuriyete ve Atatürk’e
saldırıyor!.. Yani alçaklığın dayanılmaz hafifliği hr noktada cirit
atıyor!..
Tüm bunlar “ileri demokrasi” safsatasıyla allanıp pullanan Türkiye’de yaşanıyor…
Evet; bu ülkede son yıllarda ne yazık ki, hiç güzel bir şey yaşanmıyor
ama, herkes birbirine “nereye gidiyor bu memleket” diye sormadan da
edemiyor!..
Ve halen başlarını eğmiş siyasal kanaat önderleri, “toplumun yüzde 60′ı
yeni parti istiyor” şeklindeki en az üç anketin sonuçlarını bile
birbirlerine telefonda okumaktan korkuyor!..
Sanrım herkes ne dediğimi anlıyor?..
***
Kortej, vecize, Diyarbakır!..
Atatürk, Diyarbakır’a ilk kez 1917′de askeri görevle gitmiş… Ancak
1937′de Cumhurbaşkanı olarak gittiğinde Diyarbakır’ın sıcakkanlı
insanları O’nu coşkuyla karşılamış.
Ata’ya fahri hemşerilik beraatı verilmiş, konakladığı Sem’am Köşkü de onun adını almış…
Bu ziyaret nedeniyle 75 yıldır “Atatürk’ün Diyarbakır’a gelişi” temsili olarak törenlerle kutlanıyor…
Tam 75 yıldır askerler bu anlamlı günün anısına bir de yürüyüş yapıyor…
Dün ilk kez “kent merkezinde artış gösteren olaylar” gerekçe
gösterilerek askerin kortej yürüyüşü yapılmamış!.. Diyarbakır’daki
hiçbir BDP’li belediye başkanı da törene katılmamış…
Bu üzücü tabloyu gazetelerde okuyunca; bir zamanlar yalnızca türküleri,
şairleri ve edebiyatçılarıyla öne çıkan o güzel şehirde, gazetecilik
yaparken gördüğüm bir manzara geldi aklıma…
Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’nda bir ordu evi binası var… Bir dönemin
en yüksek binası olduğu için çocuklar onu “gökdelen” diye bilirdi!..
Yüksek duvarlarının dış cephesinde bir Atatürk rölyefinin yanında, Büyük Önder’in şu vecizesini de ilk kez orada görmüştüm:
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı
ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin
damarlarıdır…”
BDP’lilerin düşmanca protestosu ve kortejin iptal edildiğini duyunca kendi kendime söylenmeden edemedim;
Ne yazık ki; Atatürk’ün, yurttaşlık ve kardeşlik bilincini bir
cevher gibi damarlara nakşettiği o müthiş vecizesi de anlaşılamamış!..
***
Mujica’dan utanır mı bunlar!..
Dünkü gazetelerde çok ilginç bir haber okudum. Latin Amerika
ülkelerinden Uruguay’ın Devlet Başkanı Jose Mujica, dünyanın en yoksul
devlet başkanıymış…
Yalnızca iki külüstür otomobili ve bir de çiftlik evi olan Mujica, 12
bin dolarlık maaşının yüzde 90′ını ise hayır kurumlarına bağışlıyormuş…
76 yaşındaki Mujica, BBC’ye verdiği röportajda, “Hayatımın uzun yılları böyle yaşayarak geçirdim. Ben yoksul değilim. Pahalı hayatı seçen insanlar yoksulluk çeker” diyerek dünyanın her tarafında siyasetin zenginleştirdiği hortumculara ve vurgunculara ders vermiş!..
Peki, durup dururken yoksulluk edebiyatı yaptığımı falan mı sandınız…
Asla!.. Siz hiç Türkiye’de yoksul bir siyasetçi gördünüz m ki?..
Vekillik ya da belediye başkanlığı yaptıktan sonra zengin olmayan birine rastladınız mı?.. Ben görmedim, duymadım!..
Hele bugünlerde belediye başkanlığı için medyada pohpohlanan birkaç
kişi var ki, tüm İstanbul siyaseti onların birkaç yıl içindeki ekonomik
zıplamasını konuşuyor!..
Birinin otelleri, akrabaları ve kasaları üzerine geçirdiği yüzlerce
dairesi ve kiraladıkları susturmakla da kullandığı dudak uçurtan
serveti…
Düne kadar sefillik çeken bir diğerinin ise Antalya’da benzinliği,
Kadıköy’de rezidansı, Çekmeköy’de villası ve daha neler neler!.. Ve de
tüm aile bireyleriyle şatafatlı, lüks içinde bir yaşam…
Merak etmeyiniz; “aday” diye ortaya çıksınlar, hepsinin ne mal olduğunu okuyacaksınız!..
***
Kılıçdaroğlu’na yorumsuz!..
Yerel seçimler için CHP liderine seslendiğimiz dünkü yazımız üzerine
telefon ve mail yağdı… İşte tüm tepkileri özetleyen aşağıdaki mailin
muhatabı ise aslında Kılıçdaroğlu:
“Mehmet Bey, 1970′ten bu yana araştırmacı yazarım. Türkiye Sorunları
hakkında ödül kazanmış biri basılı, diğer basılmak üzere 2 büyük
araştırmam var. Bu ülkenin nabzını çok iyi tutuyorum. CHP kökenli bir
aileden geliyoruz. Ama 2000′den nu yana CHP’ye oy kullanmıyoruz. Tüm
çevremizle, İstanbul’da Gürsel’e de, çok iyi bildiğimiz Sarıgül’e de oy
yok, CHP’nin kazanması için tek aday var: Aziz Yıldırım. Doğma büyüme
Galatasaray’lıyım ama oyun sadece Yıldırım’a… Benim gibi düşünen
milyonlar var İstanbul’da… Dediklerimi doğrulamak isterseniz, ciddi bir
anket kuruluşu halka sordun İstanbul’da; Sarıgül-Gürsel?.. Bakın bakalım
sonuçlara…
Bu iki adayla CHP’nin şansı yüzde sıfır.” (Semih Kalkanoğlu, Elektrik Mühendisi, araştırmacı yazar, İstanbul)
Yorum Gönder