Yumuşaması, sertlik yapmaması için Başbakan Erdoğan’a sık sık ricada bulunan, kimi zaman yalvaran bir yazıcı arkadaş, AKP Başbakanı’na ABD Başkanı Obama’yı örnek almasını öğütledikten sonra, yazısını şöyle bitiriyor:
“Başbakan Türkiye’nin önüne 2023 hedefini koydu... Eğer yeni bir “ilk hedefler beyannamesi” yazacaksak, birinci maddeye ‘barışma ve huzur’u koymamız gerekmez mi... Çok mu zor? İmkânsız mı... Hayır... Bir el mesafesinde... Yumruğu açmak, şefkatli bir eli uzatmak... O el havada kalmaz...”
Başbakan’ı tanımlamak
Bu satırlar beni hiç yazmak istemediğim bir yazıyı yazmak zorunda bırakıyor: Bu gazete yazıcısının yanıldığını göstermek için Başbakan’ı yazımın nesnesi yapmak zorunda kalacağım. Oysa ruh ve davranış, jest ve mimik çözümlemesi yapmadan böyle bir şey yapmak mümkün değil. Ama ilkin, yazıcıyı teşrih masasına yatıracağım: “Yumruğu açmak, şefkatli bir eli uzatmak... O el havada kalmaz...” cümlesinin anlamı ne? Hiçbir anlamı yok! Çünkü herhangi bir başbakanı bir yana bırakın hiçbir siyaset adamı elini yumruk yapmak hakkına sahip değil. Elini yumruk yaptığı anda “düşman” haline gelir, çünkü muhatabını düşman haline getirmiştir. Ancak mahalle kabadayıları elini yumruk yapar ya da yumruğunu açar. Bereket, “Sustalını kapat!” dememiş!
Siyasette kullanılmaması gereken sözcüklerden biri de “şefkat” sözcüğüdür. Tıpkı “empati”, “tolerans” ve “hoşgörü” gibi berbat, uygunsuz ve yakışıksız bir sözcük. “Dinsel” ve “otoriter” ortamlara ait sözcükler bunlar. Demokrasilerde yasalar ve haklar vardır. Azınlıklara, emekçilere yasal hakları verilir. Yasa yoksa, yapılır! Yasal haklarını vermek için onlarla empati kurmak, onları sevmek ya da sevmemek, hoş görmek gerekmez. Bunlar eşitsizliğin göstergeleridir. Yasal hakları ne ise onu vermek zorundasın. Demokratik adalet budur!
Ancak bir despot, bir efendi, bir emir, bir müstebit yumruğunu açıp şefkatli elini uzatır. Ama şu var: Despot’un, Efendi’nin, Zorba’nın yumruğunu açıp uzattığı el sıkılmaz. O, ilkin elini yumruk yapmamayı, zorba efendilikten vazgeçip yasalara ve haklara saygılı bir insan olmayı öğrenecek.
Bu türden insanların bir şey daha öğrenmesi gerek: “Sevgi” bireysel ve öznel bir duygu ve olgudur. Sevmek eyleminde zorunluluk yoktur. İnsanî ve yasal açıdan zorunlu olan şey “saygı”dır. Örneğin bir ülkenin vatandaşları başbakanlarını, cumhurbaşkanlarını sevmek zorunda değil, ama onlara saygı göstermek zorunda. Tersi de geçerli, bir ülkenin cumhurbaşkanı ve başbakanı vatandaşlarına saygı göstermek zorundadır ama sevse de iyi olur.
Barış ve huzur denen şeyler şefkat, sevgi, empati, hoşgörü gibi uçucu duygularla sağlanmaz. Barış ve huzur, haklara saygı ortamı içinde sağlanır. Bu cümlede “ortam” sözcüğü de çok önemli: Bu ortamın din ve inançlardan arınmış laik ortam olması gerekir. Hakkı olana hakkı dinsel inançlardan dolayı değil, evrensel insan hakları ve yasalar dolayısıyla verilecek.
Tanrı ve peygamler istedikleri için değil insanlık hali, toplumsal yaşamın koşulları öyle gerektiği için demokrat olursunuz. Tanrı ve peygamlerler insanların demokrat olmalarını değil kendilerine itaat etmelerini isterler.
Dikkat ederseniz, başbakanı doğrudan doğruya tanımlamasam bile, onun siyasete girdiğinden bu yana bulunduğu yeri, bulunduğu tarafı tanımladım.
Budala mı, saf mı?
Yakından tanıdığım bu yazıcı gerçekte ne budala ne de saf! Gündelik siyasetten iyi anladığını sanır. Sansın! Ancak ciddi bir tarih kültür ve bilgisinden, tarihsel söylemin mantığından yoksun olduğunu söylemek mümkün!
Tarihsel mantıktan yoksun olmasaydı başbakanın bulunduğu adresi çok iyi görürdü. Başbakan, neden başbakanlık konutunda değil de Ankara’nın bir mahallesinde bir kira evinde oturuyor acaba? Alçak gönüllükten mi, uyumsuzluktan mı yoksa utangaç olduğu için mi?
Başbakanlık konutunda oturmuyor, çünkü bu konut “Cumhuriyet”e ait. Başbakanlık konutunda oturursa Cumhuriyet’i benimsemiş, biçimsel de olsa kabul etmiş olacak. Ama oturduğu evin kirasını cebinden ödemiyor, Cumhuriyetin devleti ödüyor. Senin konutunda oturmam ama kendi seçtiğim konutun kirasını sana ödetirim mantığı.
Emrinde kaç uçak, kaç otomobil var, sayısını bilmiyorum. Ama sanırım, çok, gerekli olduğundan çok fazla. Uçak ve otomobil konut değil “hareket halinde” bir araç. Mümkün olsa uçakların üzerinde yazan “Türkiye Cumhuriyeti” yazısını kaldırırdı.
Bu gazeteci arkadaş
Bu gazeteci arkadaş, belki farkında değil, ama Başbakan’a son derece benziyor. Bu nedenle Başbakan’la ilgili gerçekleri ve doğruları görmesi, anlaması, değerlendirmesi mümkün değil.
Bu arkadaş Başbakan R.T. Erdoğan’ın, CHP Genel Başkanı ile Barış ve Demokrasi Partisi’yle ve benzeri şeylerle kavgalı olduğunu sanıyor.
Recep Tayyip Erdoğan önce kendisiyle kavgalı, kendisini türlü nedenlerden dolayı beğenmiyor. Mutlu ve memnun değil. Başbakan’ın hindi gibi kabarmasına bakmayın, kendisinden hiç memnun değil! Sonra tarihle kavgalı! Cumhuriyet ve onun temsil ettiği her şeyle kavgalı.
Gerçekçi değil, bir hayal dünyasında yaşıyor. Vehimleri var ki giderilmeleri neredeyse olanaksız. Tutarlı değil ama kurnaz!
Örneğin, Endonezya’da düzenlenen 5.Bali Demokrasi Forumu’nda “Oyunun kuralları değişti demokrasiyi uyarlayalım” diyor. Birinin çıkıp, “Demokrasiyi ilkin sen kendi ülkende uyarla ve uygula!” demeyeceğinden emin. Aynı cümleyi Avrupa Parlamentosu’nda kuramaz, kurmaz.
Bu ülkeye barış ve huzurun gelmesi için Başbakan ve AKP’nin, Cumhuriyet’e saygılı olmaları, kurallarına uymaları gerek. Sevmeleri gerekmez. O zaman, şefkatli el uzatılmasa da olur!
Yorum Gönder