Şu söz, çoğu insanın sadece asker olarak gösterdiği
Atatürk’ündür:
“Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha
büyük olan bir gayeyi elde etmek için vasıtadır. Gaye fikirdir. Bir fikrin
istihsaline dayanmayan zafer yaşamaz.” (Şevket Süreyya, Tek Adam,
3/505)
Bu sözler, bir askerin değil, bir filozofun hem de idealist bir
filozofun sözleri olabilir. Dahası, bu sözler, bir mistik-hümanist filozofun
sözleri olabilir. Ama biz biliyoruz ki bu sözler Atatürk’ün
sözleridir.
Atatürk denince hepimizin aklına askerlik gelir. Bunu devlet
adamlığı ve siyasetçilik izler. Çoğumuz Atatürk’ün çağrıştırdığı değerler
konusunu burada kapatırız. Zaten bu ilk üç alanda öylesine kuvvetlidir ki
Atatürk, onu bir başka alana daha çekmek insanın zihnine zor gelir. Oysaki
Atatürk, daha birkaç alanda büyüktür, örnektir, yaratıcıdır. Bu ‘öteki’
alanların başında kültür ve düşünce alanı gelir. Başka bir deyişle, düşünce
derinliği, filozofik kişilik. Bir kere, şu gerçeği görelim:
Milli Eğitim
Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre, Atatürk, 10 bin civarında kitap okumuş.
Atatürk tarafından kenarlarına notlar, eleştiriler, açıklamalar konarak okunan
kitapların dökümü şöyle: 1233 tarih, coğrafya ve biyografi, 121 felsefe, 161
din, 387 dilbilim, 261 askerlik, 204 siyasal bilimler, 150
hukuk.
Bitmedi. Yurt içinde yaptığı tüm gezilerde, okuyacağı kitaplardan
birkaç sandık yanına alıp götürürdü. (Cumhuriyet, 9 Aralık 2004) Devam
edelim:
NUTUK’U YAZAN BENLİK, SADECE ASKER
OLAMAZ
Gazi’nin kimlik kodlarının tümünün tecelli alanı bulduğu
tarihî eser Nutuk’tur. Nutuk, bazı Atatürk düşmanı mecnunların iddia ettikleri
gibi, ‘Atatürk’ün hatıratı’ değildir. Aynı anda tarihî, edebî, felsefî, siyasî
bir eserdir. Hemen ekleyelim, edebî yönden baktığımızda, Nutuk, Osmanlıcanın en
selis ve seçkin kullanıldığı ender eserler arsındadır. Kısa cümleleri birer
edebî söylem gibi yerine oturmaktadır. Ama iş bu kadar değildir. En girift
meselelerin ele alındığı en koyu Osmanlıca cümlelerin bazıları son derece
uzundur. Bu uzun cümlelere, dikkatle ve eleştirel gözle baktım; hiçbirinde en
küçük bir anlam kayması, en küçük bir içinden çıkılmazlık yoktur. Murat ve
maksat, en kısa cümlelerdeki vecizlik ve selislikle ifade edilmiştir. İsmail
Arar’ın şu tespiti derin bir hakikatin ifadesidir:
“Türk hitabet
sanatının erişilmesi en güç ve en güzel örneklerinden biri de Nutuk’tur.” (Sinan
Meydan, Nutuk’un Şifreleri, 73)
Gazi, Fransızcayı iyi bilirdi.
Atatürk’le, 1928 yılında İstanbul’da 7 saat süren uzun bir görüşme yapan Fransız
gazeteci Henri Beraud, Le Petit Parisien’in 7 Ekim 1928 tarihli nüshasında
yazdığı uzun makalede Atatürk’ün değişik yönlerini anlatırken şunu da
söylemiştir:
“Tuhaf bir hoşluk ve alaycı bir tavırla, dilimizi çok rahat
ve aksansız kullanıyordu.” (ABE, 22/215)
Fransızcayı böylesine güzel
konuşmasına rağmen, Fransızca konuşan gazetecilerin çoğuyla, tercüman
aracılığıyla konuşmayı tercih etmiştir. Bu da Atatürk’ün örnekleştirdiği bir
devlet adamı ciddiyeti, bir Türklük gururu idi.
Atatürk Arapça biliyor
muydu? Birçok din hocasından daha iyi biliyordu ve bunu kendisi de ilan ve
itiraf etmiştir. Dinci ve dinsiz yobazlar bu gerçeği saklarlar. Onlara göre,
Atatürk’ü ‘Arapça biliyor’ göstermek onu örtülü biçimde ‘dindarlaştırmak’ olur.
O
halde, Atatürk’ü Arapçanın A’sını bile bilmeyen bir adam olarak tescil
etmek lazımdır.
Atatürk, İzmir İktisat Kongresi gibi önemli bir
toplantıda şöyle diyor:
“Ben Arapça bilmem, fakat Arabistan’da bulunduğum
için anladım ki, Müftü Efendi’den daha çok biliyorum Arapçayı… Nasara yensuru.
Bilirsiniz ki, bunu hepimiz okuduk ve ben de senelerce okudum, hâlâ öğrenemedim.
Ve ben mi öğrenemedim? Medreselerde okuyanlar da çok iyi bildiklerini iddia
edemezler.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 15/96-97)
Konuşmalarında birçok
ayet ve hadisi özgün metinlerinden okuyup büyük bir vukufla tercüme ederek
yorumladığını görüyoruz. Bu, Arapça bilmeden yapılamaz.
Yorum Gönder