Eskiden iletişim araçlarının olmadığı yüz-yüz elli yıl öncelere kadar, savaş ilan edildi mi, bekçi ve öteki kolluk kuvvetlerinden bir kişinin omuzuna davul verilir, elinde padişah fermanı veya devlet emri olduğu halde, davula bir iki dempolu vurduktan sonra, gayet seslice devletin, padişahın emir ve femaının halka iletilir, duyurulurdu: “Heyy ahali! Duyduk duymadık demeyin! Savaş başladı 15 liler şübeye gidecekler”…
Yüzyıllarca Osmanlı-Türk orduları sefere çıkarken böylece davulla askere çağırırlardı. Eskiden davulsuz düğünü düğünden saymazlardı.
Birkaç gün önce 26 Eylül 2012 günü, düğünlerde davul zurna, çalgı çalarak geçimini sağlayan Abdalların en onurlu temsilcisi Neşet Ertaş’ı kaybettik. Neşet Ertaş, akrabaları, yakınları, komşuları Kırşehir Abdalları, düğünlerde davul, zurna, saz çalarak geçimlerini sağlarlar, yüzyıllardan beri atalarından gelen mesleklerini sürdürmektelerdi.
Abdallık geleneğini en yaygın biçimde Orta Asya Türkî Cumhuriyetlerinde özellikle Türkmenistan, Afganistan, Çin ve İran’da yaşayan Türkler geleneksel davullu müziklerini baksılar, kopuzlarla, dutarla (bir çalgı-sazla) yaşatmaktalar. Oğuzlarda ve de Türkî Cumhuriyetlerinde ozan denildi mi, kopuzun atası, yaratıcısı bilinen Dede Korkut akla gelirdi. Bu ozanlar ellerinde kopuz, dillerinde çeşitli destanlar olduğu halde, her önemli olaylarda (acı, tatlı günlerde) destanlar söylerler, şiirle destanla topluma öğüt verirlerdi. Genelde gezginci olan, derviş tavırlı bu kopuzlu ozanlar, Abdallardan olduklarını söylemekten çekinmezler, gittikleri yerlerde rağbet görürler, başköşeye otururlardı. Yarı Şaman ruhlu olan bu ozanlar, çok saygın kişiler olup ilden ile gezen bilge saz şairleri idiler. Yarı şaman Kırgız ozanları davullu çalgılı ayinlerine başlarken ellerinde davul, dillerinde destanla Korkut Ata’dan medet dilerlerdi. Hem de bir evliya saygınlığı ve de devlet desteği ile baksılar ilden ile dolaşarak, mesleklerini el üstünde tutularak yürütmekteler.
İşte günümüzde de, Muharrem Ertaş’la ve oğlu Neşet Ertaş, Orta Asya’dan getirilen Abdallık geleneğini, ellerindeki kopuzvari sazları ile “garip” garip, köy köy dolaşırlar, bir feryat gibi bozlaklarını, adeta bir gezginci Şaman gibi, bir Abdal evliyası gibi havalandırırlardı. O yürek yakan bozlakları dinleyin, “kalktı göç eyledi Avşar elleri” derken, Türkmen tehcrinde çile çeken Avşarların feryadını içinizde hissedersiniz. O feryat gibi, isyan gibi bozlakları havalandıranların Anadolu Manas destancılarının ruhları şad olsun.
Anadolu’da bazı kendini bilmezlerin, Abdalları aşağıda görmeleri, küçümsemelerinden kaynaklanan, “bir kızı serbest bırakırsan ya davulcuya, ya da zurnacıya gider” şeklindeki dışlayıcı sözlerine bakmayın siz. Giden haftada kaybettiğimz Anadolu Abdallarının en güzide temsilcisi rahmetli Neşet Ertaş da bu sözlere çok üzüldüğünü söylerdi. Bakınız ta Orta Asya’dan beri, Osman Bey’e kadar davulun ne kadar değerli bir çalgı olduğunu gösteren aşağıdaki, bazı tarihi kaynaklardan aldığımız anılarla anlatmaya çalışacağız.
Abdalların karısı hamile ise, davulcu olması isteniyorsa, hamile eşin karnının üstüne davul; sazcı olmak istiyorsa hamile eşin karnının üstüne bağlama konurdu.
Asya’da Türk devlet adamları, önemli başarı kazanan, üst mevkiye gelen Türk komutanlara bir tuğ ve bayrak yanında bir de davul verirlermiş. Öyleyse davul, Orta Asya’dan beri gelen bayrak kadar önemli bir sembol olsa gerektir. Bazı kaynaklar da, padişahların içinde Osman Bey’in davul çaldığını yazarlar.
İşte bu geleneği doğrulayan, tarihi bir kaynaktan davul hediyesi ile şu olaya bir göz atalım:
“O zamanlar, henüz Suriye ve Anadolu Türklerinin resmi hükümdarı olan selçuklu Sultanı lll. Alâeddin Osman Bey’e, Bizans’tan fethetmiş olduğu Karahisar’ı bağışladı. Bu arada Osman Bey’e onu öteki Türk beyleriyle aynı düzeye yükselten “Beylik” unvanını verdi. Selçuklu sultanının verdiği unvanın onayı olarak gönderdiği bir davulu, bir bayrak ve bir tuğu Osman Bey saygıyla aldı”. [i]
Öte yandan Dr. Rıza Nur’un yazdığı tarih kitabında bu olay başka biçimde şöyle anlatılmakta:
“İkinci Sultan Gıyaseddin Mesud 1284 yılında Osman Bey’e Söğüt’ü temlik ettiğine dair ferman gönderdi. Karaman’da Osman Bey’e “Nasr’üddin Ebul’nasr Osman Şah” deniyordu. Bu suretle Söğüt bir beğlik ve Osman Bey şah oldu. 1289 yılında ise İkinci Sultan Gıyaseddin Mesud, Osman Bey’e tuğ, ok, bir sancak, tablahane (musiki takımı), bir altın kılıç, gümüş takımlı bir at, silah ve para ile beraber bir ferman gönderdi. Fermanda Osman Bey’e Eskişahir’in de verildiği, kendisi “Bey” tayin edildiği ve vergiden muaf olduğu yazılı idi”. [ii]
OSMAN BEY’İN MEZARINA DAVUL KONDU
Osman Bey, son nefesini vermeden önce oğlundan, yaşamında o kadar özlediği Bursa’ya gömülmesini ve buranın Osmanlıların başkenti olmasını istedi. Orhan Bey ve askerleri, onun son arzusunu yerine getirdi. İmamlar ve zafer arkadaşlarının arasında Osman Bey’in cenazesi Bursa’ya getirildi. Gümüş Kubbe diye anılan yere gömüldü. Türbesinin bulunduğuı yerin duvarına iri taneli tahta tesbih asıldı. Karahisar’daki egemenliğini göstermek üzere Sultan Alâeddin tarafından gönderilen davul mezarının üzerine konuldu. Ancak bir yangın Osman Bey’in inancını ve devletin egemenliğini gösteren bu iki ulu eşyayı yok etti. Kılıcı ve sancağı ise imparatorluk hazinesindeolduğu gibi korunuyor.
Osmanlıların kuruluş yıllarıyla ilgili en büyük araştırma yapan tarihçi Hammer, bu kılıcı iki sivri uçlu, sivri enli bir pala olarak tarif etmiştir. Böyle iki uçlu, iki tarafı keskin kılıcı ilk kez Hz. Ömer’in kullandığı anlatılır. Osmanoğulları bu silahı bayraklarına işledi. Böylece bir ucu ile Asya’yı, diğer ucu ileAvrupa’yı tehdit eden bir simge oluşturdular. [iii]
DİPNOTLAR
[i] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınları 2011 sf 13
[ii] Türk Tarihi Dr. Rıza Nur Kitap Yurdu 1994 c 3, sf 153
[iii] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınları 2011 sf 18
Yorum Gönder