İLK ve ortaöğretimde olduğu gibi yükseköğretimde de “reform” adı verilen yasa taslağı üzerinde dikkatle durulmalıdır. YÖK’çe hazırlandığı ve Meclis’e sevk edilmesi için Bakanlar Kurulu’nun imzasına sunulduğu anlaşılan taslak metninin üniversiteleri özerkleştireceği savunulmakta.
Acaba öyle mi? Özelleştirilecekse, niçin irdelenmek ve görüşleri alınmak üzere üniversitelere sunulmadı? Sunuldu da duyulmadı mı?
Acaba en azından “verilmiş” bir bilimsel özerkliğe zaten sahip olması gereken üniversiteler, taslağın YÖK’ten geliyor olmasını yeterli bulup kendi görüşlerini ileri sürmeyi gerekli bulmadılar mı?
Bağımsızlık gibi özerklik de, “verilenden daha çok alınan” olması tercih edilecek bir statü sayılmaz mı?
Şimdilik “beklentide” kalmak, verilene razı oluş anlamına gelmez mi? Özerklik, gücünü kendi özünden, yani bilimsel niteliklerinin saygıdeğerliğinden alanların hak ettikleri bir yönetim rejimidir. Üniversite âlemi kendiliğinden bir araya gelerek gerekli düzenlemeleri yine kendi iradesiyle ortaya koyup uygulayabilmelidir.
Taslakta olumlu sayılabilecek bazı değişiklikler var tabii. Örneğin en az on yıldır görev başında olan ve öğretim elemanlarının belli bir sayıya eriştiği üniversitelerle yeni kurulmuşları birbirinden ayırıp değişik statüler uygulamak gibi.
Öte yandan, üniversitelerce seçilmiş üyelerle siyasal organlarca atanmışları bir araya getiren bir “üniversite konseyi” adlı bir kurul meydana getirip ille politikacıların elleri yükseköğretim çalışmalarına uzatılacak. Dekanları ve rektörleri de orası belirleyecekmiş. Ayrıca genişletilmiş bir çeşit “yeni YÖK”, cumhurbaşkanından Bakanlar Kurulu’na kadar bir yığın politikacıyı daha bu mekanizmanın içine sokan ve sözde “reform” sayılan acayip başka yenilikler de var.
Bütün bunlar daha çok “özerklik” getirecekmiş.
Aynı zamanda en büyük küstahlık olan “insanları aptal yerine koyma” ayıbının bir sınırı olması gerektiği düşünülürdü eskiden. Meğer üniversiteler sustukça o ayıp daha da genişletilebilirmiş.
Yorum Gönder