Sayın Cumhurbaşkanı da, Başbakan da “Milli Görüş” okulundan politikaya girdiler.
Siyasi ihtirası Abdullah Gül’den çok fazla olan Erdoğan, ülke gemisinin yönetimini hiç kimseyle paylaşmaya yanaşmadan ve ölünceye dek elinde tutmak isteyen bir yapıya sahiptir.
Öyle bir karakterin sahibi, sadece kendisinin düşüncelerinin doğruluğuna “Allah bir” dercesine inanır. O yüzden yol arkadaşlarının hep önünde yürümek için adımlarını bile geniş atar. Bu gözlemin abartılı ve maksatlı olduğunu düşünenler varsa dünkü gazetelerin birinci sayfasında Meclis Genel Kurul Salonu’na giren Cumhurbaşkanı’nı hangi çehreyle ve nasıl karşıladığına baksınlar.
Kendisi ne derse desin. Başbakan böyle bir yapının insanıdır. AKP’yi birlikte kurdukları birçok yol arkadaşı ile bugün selam sabahı kestiği bilinmektedir.
İcraatını eleştiren “özgür ve bağımsız medya” Recep Tayyip Erdoğan için, sadece “öteki”lerin sesidir. Dolayısıyla onları, kendi düğünü olarak tanımladığı parti kongresine çağırmamıştır. “İlla konuşmasını izlemek isteyenler varsa birden çok televizyon ne güne durmaktadır?”
Oysa, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak tanımlanan siyasi partilerin, sadece kendi üyelerinin ve yöneticilerinin ötesinde her yurttaşa açık birer kamusal alan olduğu herkesten önce, bu ülkenin Başbakanı’nın gözden uzakta tutmaması gereken bir olgudur.
Etrafında kendisinin “1923’ten beri Türkiye’yi yönetenlerin en karizmatiği olduğu” masalını sabah akşam muştulayan Hüseyin Çelik’ler, Bekir Bozdağ’lar varken, zor günlerin yol arkadaşları olan Ertuğrul Yalçıbayır’ların, Abdüllatif Şener’lerin sözü mü olur?
O yüzden, iktidarın onuncu yılında “Büyük Ustalık Dönemi”nin kongresi olarak da andığı 4’üncü kongreye izleyici kimliği ile onur versinler diye o eski arkadaşları da çağrılmamıştır. Tıpkı, kendisini eleştiren o 6 gazete için aldırdığı ambargo, yani yasak kararı gibi. Konuşmasını izlemek isteyen “öteki”ler, yani o haddini bilmeyen, eleştiri yapan gazeteci makulesi, o kadar merak ediyorsa televizyonlar ne güne durmaktadır?
Ekran başında hem meraklarını gidermiş olmakla, hem de konuşmayı izlemekle kalmazlar, delegelerin o konuşma sırasında bir yatırdan şifa arayan eller gibi, kürsüye nasıl uzandığını da görerek hasetlerinden çatlamış olurlar!
Böylesine görkemli bir toplantının, her siyaset adamından olduğundan çok daha fazla ateşlediği anlaşılan Erdoğan’ın, özgür basından şikâyetçi olması da dokunulmazlık kurumuna ve seçimiş milletvekillerinin sekizinin tutuklu oldukları için yasama çalışmalarından alıkonulmalarına da alkış tutması sürpriz değildir. Gece rüyalarından çıkmayan “başkanlık” isteğine kavuşmak ihtirası da elbette yıllar önce “beraber yola çıkıp aynı yağmurda beraber ıslandıkları” arkadaşlarının en yakını olan Sayın Gül’den de bir an önce kurtulması en önemli arzusudur.
Bu nedenledir ki, çizdiği yol haritasında Cumhurbaşkanlığı süresi 2014’te dolacak olan Abdullah Gül’ün adına yer vermemiştir.
Allah korusun, Erdoğan gibi bugünden tek adamlığını ısrarla vurgulayan, özgür basını düşman sayan bir yasakçının halkın oyu ile başkan olması “elveda demokrasi” demektir.
Sağduyulu seçmenler, bu tehlikeyi bugünden gördükleri için şükretmeli ve bence 1 Ekim konuşması ile Başbakan’dan farklı görüşler ortaya koymuş olan Sayın Gül’ü desteklemeye hazırlanmalıdır.
Yorum Gönder