İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 365 sanıklı Balyoz davası sonuçlandı. 3 sanık 20’şer, 78 sanık 18’er, 214 sanık 16’şar, 1 sanık 15 yıl, 28 sanık 13 yıl 4’er ay hapis cezası aldı. 69 sanık hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Duruşmada olan 6 tutuksuz sanık tutuklandı. 3 sanığın dosyası ayrıldı. Bir sanık dava sürecinde hayatını kaybetti. Bir sanık hakkındaki dava dosyası düştü. 36 sanık beraat etti.
Mahkemenin verdiği kararlar, medyayı ve kamuoyunu “Oh, iyi oldu!” diyenler ile “Bu bir rezalet!” diyenler olarak ikiye böldü.
Gazetemizde hukuk kökenli çok değerli kalemler varken, dava sürecinin ve verilen kararların hukuka uygun olup olmadığı konusunda bu köşede yazı yazmak haddim değil. Ne var ki bu, söz konusu davanın mantığımı zorlayan yanlarını dile getirmemin önünde bir engel değil.
***
5-7 Mart 2003 tarihleri arasında İstanbul’da 1. Ordu Komutanlığı karargâhında olağan bir “plan semineri” düzenleniyor. Yıllar sonra Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları Mehmet Ergül, Süleyman Pehlivan, Ali Haydar ve Murat Yönder tarafından bu seminere ilişkin soruşturma başlatılıyor ve 968 sayfalık bir iddianame hazırlanıyor. Davanın adı “Balyoz”.
2010 Temmuz ayında açıklanan iddianameye göre bu seminer “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek” amacıyla planlanan bir darbenin provası. Davanın ilk duruşması, 16 Aralık 2010 günü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ndeki salonda yapılıyor.
Plan seminerine katılan asker sayısı 162. Balyoz davası sanıkları arasında yargılanıp ceza alanlar arasında bu 162 kişinin ancak 50’si yer alıyor. Bu durumda davanın toplam 365 sanığından 315’inin söz konusu plan semineri ile doğrudan bir ilişkisi bulunmuyor!
Öyleyse sanıkların çok büyük çoğunluğu bu seminere katıldıkları için değil, savcıların bu seminerle ya da iddianamedeki biçimiyle “darbe planlaması çerçevesinde hazırlanan görevlendirme belgelerinde” adları geçtiği için yargılanıp ceza alıyorlar.
Dedim ya hukukçu değilim diye, dolayısıyla bu ilişkilendirmeleri anlayamıyorum.
Eğer bir “görevlendirme” gerçekten de söz konusuysa sayın savcılar Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki emir-komuta ilişkisini, hiyerarşik zincirlemeyi bilmiyorlar mı?
***
Üstelik bu “görevlendirme belgeleri” yazılı da değil! Birçoğu acemice üretilmiş CD’ler, dijital veriler. Sözde 2003 yılı ve öncesinde hazırlanmışlar, fakat örneğin 2007 yılında kurulmuş tüzelkişiliklerin, şirketlerin adlarını, 2003 yılında olmayan sokak adlarını içeriyorlar. Yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda üniversite ve bilişim teknolojisinde uzman kuruluş bu dijital verilerin sonradan üretilmiş olduğunu saptamış. Sanık avukatları onlarca kez bu bilirkişi raporlarının incelenmesi için mahkemeye başvurmuşlar, fakat başvuruları geri çevrilmiş!
Neden? Bunu da anlayabilmiş değilim.
Medya ve kamuoyundaki “Oh, iyi oldu!” diye sevinç çığlıkları atanlar anlayabilmişler midir? Yoksa sevinçlerinin kaynağı hak, hukuk, adalet duygusu değil de öfke, intikam, kin duygusu mudur?
Mahkeme kimi sanıklar için önce “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası veriyor ama sonra bu cezayı 20 yıla indiriyor. İndirimin gerekçesi “eksik teşebbüs”. Sanıklar bir darbe planlamışlar, seminer adı altında provasını da yapmışlar, fakat uygulamaya sokamamışlar. Uygulayamamalarının nedeni, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın buna engel olmaları. Dolayısıyla bu iki komutan Balyoz Davası’nın en yakın tanıkları. Fakat mahkeme sanık avukatlarının bu iki komutanın tanık olarak dinlenmesi talebini de geri çeviriyor.
Neden? Anlamakta zorlanıyorum.
Fakat bu davanın daha Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aşamaları var. Diyeceğim, gün gelir belki biz de anlarız bugün anlayamadıklarımızı… Ömrümüz yeterse tabii…
Yorum Gönder