Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah kıyamet kopartıyor: “PKK’ye yardım etmek istiyorsanız, Türk polisini, askerini, vatandaşını öldürsün istiyorsanız; kaçak çay ve sigara, içki için, kaçak benzin kullanın… ‘PKK kahrolsun’ diyorsunuz, ama kaçak mal kullanarak PKK’ye destek veriyorsunuz… Böyle bir şey olamaz…”
Peki, Sayın Vali Cerrah! Kaçak ürün kullanımının nedeni ne? Halk kaçak ürünü keyfinden mi tüketiyor? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Dar gelirlileri rahatsız etmeyen, orta ve üst gelir gruplarına yönelik sınırlı önlemler” diye kelam etmiş.
“Önlemler” dediği 11 milyarlık “zam” paketinde, akaryakıtın payı 9 milyar lira... Vatandaş 60 litrelik deposunu benzinle 259 lira yerine 280 liraya, dizelde ise 230 lira yerine 241 liraya dolduracak. AKP hükümeti benzini on yılda 1.6 liradan 4.76 liraya çıkararak, yüzde 170’lik artışla dünya rekoru kırarsa, vatandaş ne yapsın? Bu zam, otobüslerde, taksilerde de artışa yol açmayacak mı?
1 litre rakıya 13 lira zam yapıldı. Son on yıldaki zam yüzde 655. Aynı zamlar öteki alkollü içkilere de yansıdığı için insanlar ya kaçak içkiye yönelecek ya da sahte içkiyle zehirlenip tıpkı Rus turistler gibi ölecek.
Sigara, doğalgaz ve elektrik zamları da sırada… Kaçak elektrik kullanımı neden önlenmiyor? Çünkü yoksul halkın boyunu değil, bütçesini aşıyor.
Zamlar sanayide fiyat artışına da yansımayacak mı? “Sabah gazetesi” bile ekonomi sayfasında “Yanlış yönet halka ödet” başlığı altında ekonomi ve maliyeden sorumlu bakanlar Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı suçlarken ekliyor: “Vergi artışı faize gidecek, enflasyonu artırıp faiz indirimini de engelleyecek.”
Bu değerlendirme, “kaçak ürün” kullandığı için suçladığınız sokaktaki vatandaş yerine, PKK’yi güçlendiren, Uludere’de ölen 35 kişinin asıl sorumlularını da açıklamıyor mu? Sayın Vali, halka hesap soracağınıza, halka iktidardan hesap sormasını öğretseniz daha iyi olmaz mı?
Başbakan “önlemlerin sınırlı” olduğunu söylüyor. Doğru, 1600 cm3’ten küçük otomobillere zam var, lüks araçlara yok! İçkiye, sigaraya, akaryakıta zam varken, “pırlantadan” vergi alınmıyor!
Zamların ÖTV’ye uygulandığı açıklandı. Ancak KDV, ÖTV’li değer üzerinden uygulandığı için bir de oradan zam ekleniyor. Türk devleti yabancı ülkelerle “çifte vergilendirmeyi önleyen anlaşmalar” imzalarken, vatandaşını “çifte vergilendirme” ile cezalandırıyor.
Devletin bütçesi yoksul halkın kesesinden kapatılmaya çalışılırken, vatandaşın bütçesindeki açıklar yama tutmuyor. O vatandaş ne yapıyor Sayın Cerrah? Elbette “kaçağa” yöneliyor. Kaçak ürün, dediğiniz gibi PKK’ye silah, güç sağlıyor! Peki bu durumda sorumsuz olan, o kaçak ürünü kullanan vatandaş mı, AKP hükümeti mi?
Otuz yıl önce bu aylarda tanıdım o genç Türk diplomatı. İsrail’in Lübnan’ı işgalini izlemeye Atina’dan gitmiştim. O tarihte de Türkiye-İsrail arasında karşılıklı diplomatik temsilcilik “kâtiplik” düzeyine indirilmişti.
Tel Aviv’deki temsilcimiz o genç diplomat sabahları “konsolosluk”, öğleden sonra “büyükelçilik” görevini yürütüyor, bir yandan da Lübnan işgalini izliyor, akşamları da “işgüderlik” görevini yerine getirirken, resmi kabullerde ABD Büyükelçisi’nden sonra “en ilgi çeken” diplomat oluyordu.
Bir hafta ara ile tekrar Tel Aviv’e gittiğimin ilk gecesi bir kalp spazmı geçirdiğimde, otel yönetimi bir ambulans ile hastaneye yetiştirdi. O genç diplomata haber verilmesini istemiştim. Yarım saat sonra hastaneye İstanbullu bir Yahudi kalp profesörü ile geldi. Profesörü gören hastane görevlileri, sanki İsrail Cumhurbaşkanı’nı görmüşçesine telaşlanıp ilgileri birden değişti. Ertesi gün taburcu edilip sonrasında İsrail tanklarının eşliğinde Beyrut’un işgaline tanık olmuştum.
O genç diplomat, kısa bir süre sonra Atina’ya atandı. Bakanlıkta ilk görevi yanılmıyorsam Yunanistan-Kıbrıs Dairesi’nde, ilk dış ataması da İsrail’den önce Lefkoşa idi. Kıbrıslı bir Türk’ün oğluydu. Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu’nun Türkiye’ye karşı izlediği soğuk savaş günlerinde ben gazeteci, o da diplomat olarak görev yaptık.
Ankara’ya dönüşünde bakanlıkta çeşitli görevlerde bulundu. Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel’e, Ahmet Necdet Sezer’e Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “dış siyasa danışmanlığı” yaptı. Vaşington’da Türk Büyükelçiliği’nde “2. adam” ve Pekin’de “büyükelçilik” görevlerini yüklendi.
Bakanlığın BM, KAAÖ gibi uluslararası örgütlerin yanı sıra, siyasal planlama ve istihbarat birimlerinin bağlı olduğu Müsteşar Yardımcılığı’na getirildi. İran’la nükleer silahlanmadan, terörle mücadelede ABD ile görüşmelerden de sorumluydu.
Sonrasında Kanada’ya büyükelçi atandı. Ergenekon olayının en ilginç yanardöner tanığı olan ve Kanada’da yaşayan Tuncay Güney’i görevi gereği incelemeye aldı. Sağcı basında “Elçi neyin peşinde? Güney merakı şaşkınlık yarattı! Güney’in kimlerle ilişki içerisinde olduğunu, cemaat gruplarıyla görüşüp görüşmediğini, kimlerden destek aldığını neden sorguluyor?” gibi yayınlar yapıldı.
O genç diplomatı İsrail’de tanıdığım o günlerde, 27 Ağustos 1982’de Ermeni terör örgütü ASALA mensupları, Kanada’da Askeri Ataşe Hava Kurmay Albay Atilla Altıkat’ı şehit etmişlerdi. 100 bin dolarlık ödüle karşın katilleri 30 yıldır bulunamamıştı!
O diplomat, yoğun Ermeni nüfuzunun bulunduğu Kanada’da hükümet yetkililerini Ottova’nın ana alanlarından birinde Altıkat adına bir anıt dikilmesi için ikna etti. Anıtın, Ermenilerin tepkisiyle yarım kalmaması için çalışmaları gizlice yürüttü. Anıt, perşembe günü iki dışişleri bakanının katıldığı törenle açıldı.
Bu törenden birkaç ay önce, görev süresi tamamlandığı için Ankara’ya dönmüştü. 58 yaşında emekliliğini istedi. Yanlış anımsamıyorsam şu ana kadar en genç emekli Türk büyükelçisi oldu.
ODTÜ mezunu olan bu genç diplomat, ABD’de lisans üstü eğitimden sonra ODTÜ’de “doktora” yapmıştı. Dışişleri’nin “doktora” yapmış sayılı diplomatlarından biriydi. Şimdi Kıbrıs’ta ODTÜ’de gençlere dış siyasa bağlantılı dersler veriyor.
30 yıldır tanıdığım “diplomat-gazeteci” ilişkisinden daha çok, “ağabey-kardeş” dostluğu yaşadığım, bu yüreği ak mı ak diplomatın adını cuma günkü yazımda Rafet Akyürek olarak yazmışım.
Seveninin çok olduğunu, gelen “düzeltme” isteyen telefon ve iletilerden anladım. Çünkü soyadı Akyürek değil, Akgünay idi. Bir anlık dikkatsizlik 30 yıllık dostumun soyadında yanlışlığa yol açmıştı. Rafet’ten ve okurlarımdan özür dilerim. Yeni yaşamında da başarılarının süreceğine inanıyorum. Böylece sizler de alçakgönüllü bu başarılı diplomatımızı tanımış oldunuz!
Yorum Gönder