Tevhit gerçeği - Yaşar Nuri Öztürk
Tevhit, birlemek demektir. Bununla kastedilen; insanın ve gerçeğin bir ve tek olduğunun bir şuur hali ve hayat anlayışı olarak benimsenmesidir.
Varlık ve oluşta her şey Bir'le ve Bir, her şeyle ilişki içindedir. Şu şartla ki, varlık ve oluşun şuurlu ve belirleyici gücü o Bir olacaktır. Tevhit, olmuş ve olmakta olanı o Bir'in gözüyle görmek ve oluş serüveninin bütün coşkusunu yine o Bir'le beraber yaşamaktır.
Kur'an, tevhidi anlatan kitaptır.
Realitenin temelinde, bir yaratıcı şuur vardır.
Bütün oluşlar, geliş gidişler, bütün hayat serüveni bu yaratıcı şuurun açılıp saçılması, çeşitli renk, şekil ve desenler halinde kendini ortaya koymasıdır. Tasavvufta buna ‘tecelli’ denir. Ve tecelli sonsuzdur. O halde, oluş sonsuzdur. Varlıksa, sonlu olmakla birlikte sınırsızdır. (bk. Kur'an, Fâtır, l; Zâriyât, 47 ) Ve o halde, varlık ve oluşta başıboşluk, rastlantı, çarpıklık ve sürekli çelişki yoktur. Diyalektiğin sergilediği çelişki ve düalite, geçici ve izafîdir. Başlangıç ve son, birlik ve ahenktir.
Tevhidin, Kur'an’dan alınan formül cümlesi şudur: Lâ İlâhe İllellah: Allah'tan başka tanrı yoktur. Bu formül cümleye Kelimei Tevhit denir. Allah güzelin, iyinin, mutluluğun ve ölümsüzlüğün mutlak kaynağıdır. Buna dayanarak diyebiliriz ki, tevhit, insanın, kaderini öz benliğinin elinde tutması ve hayatına güzeli ve ölümsüzü egemen kılmasıdır. Allah denince bu değerleri hatırlamayan bir benlik, Kur'an'ın tanıttığı Tanrı’ya inanmış olamaz.
Formül cümle Kelimei Tevhit iki bölümden oluşur: Negatif bölüm, (Lâ İlâh), pozitif bölüm (İllellah)... İslam literatüründe bunların birincisine nefy, ikincisine isbat denir. Varlık kamışının içi iyi boşaltılmazsa (nefy gerçekleşmezse) sonsuzun ezgileri doğmaz. İnsan benliği "Allah" dediği anda, Allah dışındaki her şey (mâsiva) şuurdan silinecek ve benlik, Yaratıcı'yla dolacaktır. Benliğin, Allah dışında değere layık gördüğü ikinci bir şeyin şuura takılı kalması tevhidi şirke dönüştürür.
O halde tevhit, özü bakımından, bir kelime ve söz işi değil, bir şuur ve oluş halidir. Dahası, tevhit, ölümsüze katılmak, oluşu onunla yaşamaktır.
Tevhidin ilk şartı, birliğin önüne dikilen sayısal engelleri devirmektir. Bilmek ve inanmak gerekir ki, Allah birdir, varlık birdir, insanlık ve fikir birdir, zaman ve tarih birdir. Bilgi ve sezgi de birdir. Ama iş bununla bitmez. Yaratıcı Kudret'in tasarruflarına, başka bir deyimle, hayatımıza katılımına da ortak koşmamak gerekir.
Tevhit sırrının insan hayatındaki anlam boyutlarından biri de şudur: Allah dışında her şey vasıtadır. Servet, çocuk, kadın, ibadet, hatta din, hatta peygamber. Bunların hepsi, gayelerin gayesi olan Yaratıcı'yla beraberlik şuuruna yol açtıkları, imkân hazırladıkları için değer taşırlar. Eğer bunu sağlayamıyorlarsa, bizzat kendileri tevhit yolunun dikeni olurlar. Kinlere, intikamlara, vurgunlara, yıpratmalara, çıkarlara âlet edilmiş din iddiaları ve bu iddiaların kümelendiği mabetler, işte bu yüzdendir ki, hiç durmadan "Allah bir" dedikleri halde, insanlığa ıstıraptan başka bir şey veremiyorlar.
DOKUNULMAZLARA DOKUNUNCA…
Kur'an, Allah dışında her hangi bir şeyin, Allah'ın yapıcı ve belirleyici gücüne ortak koşulmasına şirk demektedir. Şirk, Allah’a imanı olup da güveni olmayanların dinidir. Şirk ateizm değildir. Şirk mensupları Allah’ın varlığını, yüceliğini kabul ediyorlar ama her şeyin onunla bitmeyeceğini söylüyorlar. Müşriklere göre, Allah ile insan arasında ‘aracılara, yaklaştırıcılara, şefaatçılara’ ihtiyaç vardır. Bunlar, efendiler, zevâtı kirâm denen dokunulmazlardır. Şirk kodamanları, bu ‘dokunulmazlar’la servetlerine dokununcaya kadar size asla dokunmazlar. Yedek ilah yapılan efendilerle kodamanların servetlerine dokunduğunuz anda şirkin hedefi olursunuz.
Hz. Muhammed, işte bu iki dokunulmaza dokunuyordu; dokunuyordu ne demek, tarihin en sert vuruşuyla vuruyordu. Mekke şirk kodamanları, Hz. Muhammed’e işte bu dokunulmazlara dokunduğu için düşman kesildiler. Yoksa onlar da Muhammed gibi namaz kılıp oruç tutuyor, Kâbe’yi tavaf ediyor, gusül abdesti alıyorlardı. Sarık ve sakal onların da saygın değerleriydi. Kavganın sebebi bunlar değildi, kavganın sebebi ‘yedek ilahlar’ ve ‘servetler’ idi.
Sözü, büyük sûfî mirasın (tarikat mirası değil) şu muhteşem tespitiyle bağlayalım:
Her insanda kendinden ve kendinde her insandan bir parça bulmayan, tevhitten habersizdir...
Yorum Gönder