Riskler Katlanırken - Şükran Soner

Yaşamın her alanına dönük iç ve dış odaklı riskler katlanırken yaşam sevincini yitirmeme adına çoğunluk refleksi gerçeklerden kaçmak... Gazete tirajlarındaki toplam büyük düşüşler bunun en büyük kanıtı diyesim geliyor ama onun ana belirleyicileri, toplumun okuma alışkanlıklarındaki hızla dibe çöküş ve iletişim teknolojisi değişimleri... Gerçeğini ararsak bilişim teknolojisindeki patlamalar sayesinde bilgiye, habere ulaşım kolaylaştıkça, gazete-kitap okuma alışkanlıkları kayboluyor sonucuna varmak da kuyruklu yalan olacak...
Bilgisayar kurdu gençlerin siyasal, toplumsal gelişmelere duyarlılıkları diplerde. Geçmişin toplumsal sorumluluklarına ve gelişmelere ilgisi yüksek, sonrasında büyük bir moral değerler çöküşüyle sorumluluktan kaçmak isteyenlerin ise sihirli formülü, kitap okuma alışkanlıklarını terk etmenin sonrasında, sihirli ekran televizyonlarda da haberlerden kaçmak oldu... İlgi duyanları gerçeklerden koparmaya yönelik olarak da günümüz medyası elinden geleni yapmakta... Uzatmadan devekuşunun başını kuma gömme çabası gibi günümüzde gerçeklerden kaçmaya çalışmanın çok da bir yararı olmuyor. Katlanmış risklerle, başımıza gelenlerle, anında en kötü olup bitenlerle yüz yüze kalmaktan kurtulamıyoruz... Bir farkla, gerçeklerden kaçma çabamız olsa olsa, yaşadıklarımızı sağlıklı yorumlama, olup biteni gerçek yüzü ile algılamada bizi çıkarlarımızdan yana sağlıklı sonuçlara varabilme yolunda yabancılaştırıyor...
Çocuklarını askere gönderirken bir gün cenazelerinin evlerine dönebileceği riskini, korkusunu, annelerin kalplerinden söküp atabilir misiniz? Çocukların genç yüreklerinde bile risk algılaması büyüdükçe, otogara yakın bizim mahallelerden büyüyen araç konvoyları, sonuna kadar basılan klaksonların inanılmaz gürültüsüyle çılgın trafik terörü yaratan uğurlamalar da katlanıyor... Mazoşist bir duygusallık izlenirliği patlatınca, Başbakan Erdoğan’ın öfkeli, tehdit eden uyarıları bile bir işe yaramıyor. Her gün yeni canlar alan terör eylemleri, cenazelerin dönüşleri ile birlikte trajik yaşam öykülerine ilgi, afyonlanma aracı dizilerin öykülerinin üzerinde ilgi çekiyor...
***
Haberlerin görüntülü akışlarına baktığımızda bazen insanlara, insanlığa, öfke-şiddet-vahşet duygularını, deliliği besleyen ilaçlardan verildiği duygusunu yaşıyorum... Bu yüzyılın en kötü haliyle bile daha sosyal, insancıl gelişmelere, çağdaş yaşama geçişe araç olacağı umudu ile yaşamışken her yeni yılın, ayın, günün, en kötüsü olduğunu sandığımız bir öncekini aratıyor olmasından, yüzyıllar gerisinde kaldığını sandığımız ilkel ırk ve din-mezhep ayrımcılığı duyguları üzerinden düşmanlıklar, kan akıyorken geleceğimize, çocuklarımıza yönelik çok karamsar, umutsuz mu olmalı, yapacak bir şey kalmadığına mı inanmalıyız? Melankoli, kendine acıma, mazoşistlik toplumsal kültürümüze birazcık uysa da insanın yaşam güdüleriyle çatışıyor. Doğaya aykırı bir durum...
Dünya, ülkemiz, biz yaşayacaksak içinde bulunduğumuz travmatik ortamdan hızla silkinip risklere karşı durmanın yollarını örgütlü, akılcı bulamasak bile yaşam güdülerimizle bulmak zorundayız... Hani Türkiye’nin başına çorap ören senaryolarıyla ünlü kimi dünyayı düzenlemeye kalkışan emperyal güç odaklarının uzmanları, teorisyenleri, işin içinden çıkamadıkları hallerde, Türkiye ve dünyayı dizayn etme projeleri çuvalladıkça, kuralları yıkan mucizelere sığınmak zorunda kalırlar ya... Olup bitenlerin fırtınalı, sıcak günleri geçtikten sonra, çıplak gerçekler görüldüğünde, aslında dünya üzerine pişirilen bozaların ne kadar da çok ve çabuk bozulduğu hep ortaya çıkıyor...
Emperyal çıkarlar adına dünyaya demokrasiyi yayma yalanıyla gerçekleştirilen, terörü yerinde bitirmek tezli işgaller sürecinden bugüne kaç yıl geçti ki? Irak, Afganistan işgalleri parlak senaryolarının fiyasko ile sonuçlanmaları toplumsal tarih süreci içinde kısacık aslında. Yalanları da, kirli yüzü de, insanlık için travmatik sonuçları ve evrensel insan hakları ile savaş suçlarının boyutları da çok çabuk su yüzüne akıl almaz bir kirlilik olarak çıkıverdi... Türkiye üzerinden kendilerini sıyırtmak üzere sahnelenmek istenen oyunlar ise oynanamadan eskiyiverdi, bir o kadar da kirlendi... Arap baharları çok çabuk Arap kaosuna dönüşüvermişken, Ortadoğu çıkarlarında ılımlı İslam projesi, yeni Osmanlıcılıkla Türkiye’ye yüklenmek istenen ağır sorumlulukların yürüyemeyeceği uygulanamadan su yüzünde görüldü...
Özetle “Bölündük, bittik, cepheleştik, kırılıyoruz...” diye diye saçımızı başımızı yolacak lüksümüz, zamanımız hiç yok... Bu topraklarda birlikte yaşama birikimimiz, Anadolu Aydınlanması, uygarlığı dene-yimlerimizden yola çıkarak, en son Cumhuriyet kazanımlarımızdan, gerçek evrensel insan haklarından, hukuk devleti düzeninden, demokrasi ilkelerinden ödün vermeden, “Bir şey yapmalı” sorusuna doğru yanıtlar üreterek eylem yapmanın tam da zamanıdır...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget