Araya bir dizi ile bir kitap çalışması girdi. Bir süre yazamadım…
“Sağnak”a geri dönüş, İspanyol komünizminin tarihi lideri Santiago Carrillo’nun ölümü ve ağır Balyoz kararlarına tesadüf etti. Onlarla başlayalım.
Büyük bir lider itibarıyla uğurlanan Carrillo’yu, İspanya yıllarımda yakından tanımış olduğum için söze onunla gireyim…
Carrillo’nun cenazesinde arkasından söylenenler, bizim burada hiç dillerden düşürülmeyen demokrasi düşü ve kültüründen ne denli uzak olduğumuzu hatırlattı bana şu Balyoz günlerinde…
Külleri doğduğu (1915) Gijon kenti kıyılarından Atlantik Okyanusu’na dökülen Carrillo için son günlerde hep Israrla yinelenen konu; iç savaşta Frankocu güçlerle çatışan liderin, rakiplerine hiç kin gütmemesi oldu…
Eski sosyalist başbakanlardan Felipe Gonzalez; tarihi liderin İspanyol demokrasisine yaptığı katkıyı; büyük bir “siyasi cesaret, devlet adamlığı ve gerçekçilik” örneği olarak özetledi ve arkadan şunları ekledi:
“Carillo’nun ilk önceliği toplumsal barış ve bir arada yaşama kültürüydü!”
İntikam kültürü ve demokrasi
40 yıl süren Franko döneminde Fransa’da sürgüne zorlanan ve 70’li yıllar ortasında diktatörün ölümünden sonra döndüğü ülkesinde komünist partinin yasallaştırılmasına önayak olan lider; siyaset yaşamının daha sonraki evrelerinde geçmiş kutuplaşmaları deşmemek için azami özen gösterdi…
Bu özeni aslında yalnız Carrillo değil, Carrillo ile birlikte demokrasiye geçişin tüm mimarları... sosyalist lider Gonzalez ve merkez sağdaki Adolfo Suarez de esirgemedi demek daha doğru.
Sağ uçtan… sol uca siyasi yelpazenin tüm renklerini temsil eden bu liderler aralarında “pacto de caballeros”-centilmen anlaşması-olarak anılan bir “saldırmazlık paktı” imzaladı.
1978’deki demokratik anayasa, o “pacto de caballeros” sayesinde yapılabildi.
“Saldırmazlık paktının” ne büyük bir “siyasi gerçekçilik” ve “devlet adamlığı” gerektirdiğini anlayabilmek için o yılların İspanyası’nı tanımak, görmek lazımdı…
Carrillo bahsettiğim dönemde “Cumhuriyet” için yapmış olduğumuz bir söyleşide geçmişin anılarını bizzat “Unutmayın ki bu ülkede iç savaşın ölümlerine, yaralanmalarına sahne olmamış tek bir köşe yoktur”diyerek özetlemişti...
Ama buna rağmen İspanyollar; ’70‘li-’80’li yılların İspanyası’nda kin ve öfkelerini; arkalarına atmaya karar verdiler. İntikam sarmalına girmeleri halinde, eski defterlerinin açılmasının kaçınılmaz olacağını biliyor; nefretin yalnızca nefret getireceğini düşünüyorlardı. 20. yüzyılın ilk üç çeyreğini zaten böyle yitirmişlerdi. Bundan sonrasını kurtarmak istiyorlardı.
“Demokrasiye geçiş modeli” olarak tüm dünyaya örnek olan İspanyol örneğinin en ayırt edici yönü ve düsturu işte bu oldu: Geçmişle cebelleşmemek!
Darbecilik ve Türkiye örneği
Gerçi askeri saftan “dikta geçmişine dönüş” için birkaç teşebbüs oldu…
Bunlardan ilki, Carrillo’nun komünist partisinin 1977 yılındaki “yasallaşma” süreci sırasında, ordu içindeki bir “darbe girişiminin” (Operacion Galaxia) ortaya çıkması ile yaşandı..
İlk “teşebbüs” seri biçimde yüksek askeri mahkemede -“Consejo Supremo de Justicia Militar”- yargılandı. Ve yalnızca iki subaya (konu teşebbüste kaldığı için) biri 7, diğeri 6’şar aydan cezalar verildi...
Tankların fiilen sokağa çıkarıldığı 1981’deki ikinci vukuat (parlamento basan yarbay Tejero’nun darbe harekâtı) da sonra tekrar yüksek askeri mahkemeye taşındı. İkinci olay, “teşebbüsün” ötesinde fiilen bir darbeydi. Ancak sadece elebaşlarının yargılandığı davada, ceza alanların sayısı her şeye karşın 30’u geçmedi…
Nerede fiilen tankların sokağa çıkarıldığı açık bir darbe hareketi, nerede delilleri tartışılan bir “eksik darbe teşebbüsü”?
Nerede 30, nerede 330 subaya verilen cezalar?
Nerede askeri suçluların çıkarıldığı askeri mahkeme? Nerede “siyasi niteliği” herkesce teslim edilen tartışmalı “özel yetkili mahkemeler”?
Nerede “saldırmazlık paktı” üzerinden karar alan bir siyasi sınıf; nerede bizim “kin ve intikamcı nesiller” yetiştirmeye ahdeden politikacılarımız?
Türkiye’deki “kin ve intikam ruhu” öyle derin, öyle köklü ki üç gün önce 27 Mayıs darbesinde idam edilen Menderes’in ruhuna mevlit okutuldu ve ardından “Yassıada’ya” nispet yapar gibi ülkeyi kamplaştıran bu çok ağır ve tartışmalı “Balyoz kararları” alındı…
“Tarihi hesaplaşma”, güç kavgası başka; “demokratikleşme savaşı” ve “demokratikleşme davası” bambaşka şeyler.
Türkiye’de ceryan eden “güç kavgası” ve “tarihi hesaplaşmayı” hiçbir şekilde demokratikleşme adı altında savunmak mümkün değil…
Demokratikleşmenin çok sayıda ön şartı var…
Sivillleşme o ön şartlardan sadece biri…
“Bir arada yaşam kültürü”, “iç barış”, “iç barışı” tesis eden “devlet adamlığı” da en az sivilleşme kadar olmazsa olmaz bir önkoşul bu serüvende.
Demokratikleşme her şeyden önce bir uygarlık iklimi.
Biz o noktadan çok uzaktayız.
Yorum Gönder