Türkiye gerçeği; “Ateş düştüğü yeri yakar” gerisi işine bakar (mı?)
Terör örgütü PKK’nın her saldırısının ve şehit haberlerinin ardından aşağıdaki sözleri duymaktan bıktık, bunaldık, yorulduk. İsyan eder olduk.
PKK’dan hain saldırı,
Bölgede geniş çaplı operasyonlar başlatıldı,
Teröristler çembere alındı,
Operasyonlar devam ediyor,
Teröristler gece karanlığından yararlanarak kaçtı,
Türkiye şehitlerine ağladı,
Şehidin baba ocağında gözyaşı, acı ve gurur vardı,
Şehitlerin cenaze törenlerinde terör örgütüne büyük öfke vardı,
Şehitlerin kanı yerde kalmayacak,
Devlet büyükleri terör saldırısını şiddetle kınadı, döktükleri kanda boğulacaklar dedi,
Devlet büyükleri teröristlere, “Gittiğiniz yol yol değil teslim olun” dedi,
Falanca yetkili “Devlet birkaç çapulcuya teslim olmaz” dedi,
Filanca yetkili “Terörle bir yere varamayacaklar” dedi,
Bıçak kemiğe dayandı
Bu nakaratlardan sonra dönüp dolaşıp aynı noktaya varıyoruz. Çünkü bandı başa saran haber, her gün “Yine hain saldırı yine şehit” diye geliyor.
Unutmayın ki bu işin Psikolojik Savaş yönü de var. Her gün aynı acı haberi alan toplumun, önce yükselen tepkisinin, bir süre sonra inişe geçeceği düşünülüyor. Artık 7-8 şehit ve fazlası toplumun dikkatini çekiyor. Peş peşe gelen terör saldırıları, şehitler de kanıksanmaya başlıyor.
Bu durumun sonucu olarak ta, kimileri, “Haberleri izlemiyorum, gazeteleri okumuyorum” diyor. Kimileri televizyonlarda başlayan yeni dizi sezonuna, magazin programlarına ve futbol maçlarına sığınıyor.
Kimileri “İçelim güzelleşelim” anlayışında, “Vur vur rakı, bira, şaraba” vaziyetlerinde teselli arıyor. Kimileri de, zaten bu ülkede yaşamıyor gibi, “Vur patlasın, çal oynasın” havasında, “Umurumda mı dünya” sloganı eşliğinde, “Eller havaya” durumlarına devam ediyor.
Kanıksama, gerçeklerden kaçma, eğlenme süreci yürürken arkasında, babası, dayısı, torpili, parası olmayan fakir Anadolu çocukları feda ediliyor. Bir başka deyişle, bedelli askerlikle paçayı kurtaranlar parayı veriyor, bedeli de onlar için fakir Anadolu çocukları hayatlarıyla ödüyor.
Sonuç olarak “Ateş düştüğü yeri yakıyor” gerisi de öylesine bakıyor.
Terör saldırılarını, çatışma ve şehit haberlerini bir televizyon dizisi gibi izleyenler, pehlivan tefrikası gibi okuyanlar, yaşadıkları yerlere, yakın çevrelerine ya da ailelerine gelen şehitlerden sonra gerçeklerin farkına varıyor. “Ateş düştüğü yeri yakar” sözünün anlamını da işte o zaman kavrıyor.
Bunları niye yazdım? Datça’da geçirdiğim 15 gün boyunca, Afyon’daki cephanelik patlamasından, onlarca şehit verdiğimiz saldırılara kadar, hemen her gün, hassas insanlar için dayanılması güç haberlerle uyandım. Bu nedenle de, ne yediğim kara sokkanların, lopaların, mağlaçların tadını aldım. Ne bilmem kaçıncı kez gezdiğim Knidos’un, yüzdüğüm Kargı’nın, Gök Liman’ın, Hayıt Bükü’nün tadına vardım. Ne de, çok ısrar etmeseler de, “Bir akşam misafirimiz olun da, 2 kadeh içelim” diyenlerin davetlerini kabul edebildim.
Beni tanıyanların, “Moralin bozuk gibi, neşesiz görünüyorsun” türünden değerlendirmelerini çok sık duydum. Bu toprakların yoksul çocukları, Amerika ve onun yerli işbirlikçilerinin çıkar hesaplarına kurban edildiği, şehit haberleri geldiği, memleket başka bir düzene götürüldüğü için böyleyim desem, turizm sezonunun sonlarına doğru biraz daha kazanmanın, eğlenmenin derdine düşenler zaten beni anlamayacaktı. Derdimi anlattıklarımın da, “Tatilini yapmaya, eğlenmeye bak. Bu kadar hassas olmak iyi değil” şeklindeki değerlendirmelerine söyleyecek söz bulamadım.
Belki de ben haksızdım. Aşırı hassasiyet gösteriyordum. İşte bunun için de, “Hadi tavla oynayalım” diye ısrar edenleri reddetmekten vazgeçtim. Kafam başka yerlerde, “Bitse de gitsek” havasında oynayıp 6-0’lık şerefli yenilgiler aldım.
Herkes benim gibi düşünmek ve hassas olmak zorunda değil. Bu nedenle, Datça ve bazı tatil beldelerinin, genellikle ülke gerçeklerinden bunalanların, kaçanların sığındığı bir liman, ayrı bir dünya olmasını da yadırgamıyorum.
Yazıyı bitirmeden önce Balyoz Davası kararını yorumlamakta zorlananlara bir katkı yapalım. Bu mahkûmiyetlerin varacağı nokta, içinde Abdullah Öcalan’ın da yer alacağı bir “Genel Af”tır.
Öcalan’ı, ağır cezalar alan subayların arasına sıkıştırarak, birlikte dışarı çıkarma sürecinde önemli bir dönemeçteyiz.
Yeni anayasa hazırlansın, ardından da cumhurbaşkanlığı kazanılsın, görürsünüz Genel Af neymiş. .
Dört yıl önce, ilk kez bir televizyon programında dile getirdiğim bu görüşe dudak bükenler şimdi aynı şeyi söylüyor.
Yorum Gönder