“Çok değil, birkaç gün önce dışarıyı içeriden izliyorduk. Şimdi dışarıdayız. İki yıl mahpusluk bize çok şey öğretti. Tecavüze uğramış bir kadının cinselliği öğrendiği gibi, uçurumdan itilenin yerçekimini öğrendiği gibi hukuku öğrendik. Olanlar bize olması gerekenleri gösterdi.
Gelin size nasıl Silivri’ye gittiğimizin hikâyesini anlatalım…
Tarih 20 Ağustos 2010…
Muhafazakâr görüşleri ile bilinen emniyet müdürü Hanefi Avcı, poliste cemaat yapılanmasını anlattığı, Haliç’te Yaşayan Simonlar, kitabını çıkardı.
Aradan bir ay geçti. Avcı, 28 Eylül’de Marksist-Leninist Devrimci Karargâh Örgütü’ne yardım ve yataklıkla tutuklandı. 2 gün sonra basın önünde kitabını anlatacaktı. Olmadı.
Yetti mi? Yetmedi… Hanefi Avcı içerdeydi ama kitabı hâlâ dışarıdaydı. Sıra kitaba geldi.
29 Eylül’de polis televizyondaki tartışma programlarını izlemeye, gazeteleri okumaya başladı. Dikkatle dinledikleri ‘özel yetkili gazeteciler’, aynı şeyi söylüyordu: ‘Bu kitabı Hanefi Avcı değil, Ergenekon yazmış olmalı.’
***
İstanbul Emniyeti bu basın dökümleri eşliğinde, 20 Ekim’de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir yazı yazdı: ‘Hanefi Avcı’nın bahse konu kitabının iddia olunan Ergenekon Silahlı Örgütü tarafından bir dezenformasyon faaliyeti kapsamında yazdırılmış olabileceğine dair yayınların da yapıldığı tespit edilmiş olup…’Polis medyada konuşulanlarla bir soruşturma izni istiyordu.Olmaz demeyin. Olur.Savcı, aynı gün soruşturma izni verdi: ‘Şüphelinin yazmış olduğu Haliç’te Yaşayan Simonlar isimli kitabının bu kapsamda incelenmesi, varsa iddia olunan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü ile arasındaki örgütsel irtibatı ortaya koyacak tüm delillerin toplanması…’Farkındaysanız, metinde bir anlatım bozukluğu var ki, Freud’un bilinçaltı tezlerini doğruluyor. Savcı, yazarı Avcı’nın değil, yazdığı kitabın örgütsel bağlantısı olduğunu söylüyor. ‘Kitap tutuklanacak’ demiştik. İşte film karesine bu sırada Soner Yalçın giriyor.
Kasım ayında bir cemaat gazetesinde Soner Yalçın’ın Halk TV’yi satın alma girişiminde olduğu haberleştirildi. Haber kaynağını bilmiyoruz, ama biz belgelerde ilginç bir rastlantıyla karşılaştık. Neredeyse iki yıldır telefonları çeşitli gerekçelerle dinlenen Yalçın’ın iddianameye giren 286 konuşmasından 285’i bu tarihten itibaren anbean raporlanmaya başlıyor.
***
2011 yılının ocak ayında senaryoya Yalçın Küçük giriyor. Küçük, Silivri davalarının sanıklarını milletvekili adayı yapma projesi için siyasi partilerle görüşmelere başlıyor. Telekulak Yalçın Küçük’ü de anlık takibe alıyor. Sonradan öğrendik ki; aynı günlerde Ahmet Şık polis içindeki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabını hazırlıyor. Nedim Şener ise Hrant Dink cinayetinde aynı polislerin ihmalini yazdığı kitapları nedeniyle 30 yıl ile yargılanıyor. 20 Ocak 2011 günü biz, iki Barış’ın telefonları dinlemeye alınıyor. Soner Yalçın’ın televizyon projesinin aynı günlerde ete kemiğe büründüğünü hatırlatalım. 3 Şubat’ta Odatv bilgisayarlarına özel hedefli sosyal mühendislik saldırısı, yani virüs gönderme başlıyor, başarısız oluyor. 4 Şubat günü biz Barış’lar hakkında mahkeme tarafından e-posta izleme kararı alınıyor. 5 Şubat’ta yeni takip altına alınan maillere virüs saldırısı gerçekleşiyor. Bu kez başarılı oluyor ve bilgisayarlar ele geçiriliyor. Ve içlerine iddianamede yer alacak ‘delil dosyaları’ yükleniyor. Peki bilgisayarları resmen izleyen polislerin bu sırada virüs saldırısına tanık olmuş olması gerekmez mi? Görmediler diyelim…
***
14 Şubat günü Odatv’ye operasyon yapılıyor. Birbirini ilk defa duruşma salonunda gören sanıkların organize bir şekilde kitap yazdığını, haber yazdığını iddia eden o sözde belgeler, binlerce haber kasetinin ve CD’nin, onlarca bilgisayarın içinden hemen bulunuyor. Soner Yalçın televizyon anlaşmasını imzalamasına 3 saat kala içeri alınıyor. Yalçın Küçük’ün milletvekilliği projesi, Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın kitapları, Odatv’nin gazeteciliği, Nedim Şener’in araştırmaları örgüt imalatı sayılıyor. Kırılacak yumurtalar aynı sepete atılıyor. Can alıcı soruyu soralım… Polis, Odatv baskınını neye dayanarak yaptı? Ya geldiğinde bütün davaya dayanak olan bilgisayarlar tamirde olsaydı? O zaman ne olacaktı? Pardon mu diyecekti? ‘Dijital belgeleri’ bulacağına nasıl böyle emin oldu? Örgüt olmakla yargılandığı sanıklarla duruşmada tanışan bizlerin sanık olma hikâyesi böyle. Sizce biz mi örgütüz? Yoksa…”
BARIŞ PEHLİVAN ve BARIŞ TERKOĞLU*
*Sızıntı/Wikileaks’te Ünlü Türkler (Kırmızı Kedi, 2012) kitabının yazarları.
‘G’ NOKTASI
Yine uyanmıyasıya uyumuyor musun böyle
Benim nefesim kesilir
Ağrı’lara mı Erciyes’lere mi çıksam
Yoksa artık ALAY EDEN seninle
Şu aydan mı şu yıldızdan mı şu güneşten mi
Söyle nereden şu mezarlıklardan mı
Nereden çıksam da bağırsam
“Artık yetişir yetişir
Atatürk gelmez ikide bir
Gelmez kırk yılda bir MİLLETİ KENDİNE İŞ EDİNEN ŞAİR
Sen akarsularına kadar durgun
Şarkılarına kadar mahzun memleketim.”
SELÂHATTİN ALDEMİR
Gerçek, zorbaların kendi görüşlerine taktıkları isimdir.
ALPHONSE KARR
Yorum Gönder