Küçüklüğünden beri, geçim-rızkı için köy köy, şehir şehir dolaşan Neşet Ertaş, T.C. vatandaşı olmasına karşın, bir türlü ne seçmen listesine yazılır, ne de oy kullanır. Çünkü Türkiye’de her ne kadar Kırşehir’li ise de, sürekli aynı yerde uzun süre kalamaz. Adeta göçmen kuşlar gibi, diyardan diyara, gurbetlere göçer, uçar. Onun için türkülerinin çoğunda gurbet havası, memleket hasreti var. İşte bu konup göçmelerde bir türlü oy kullanamaz. Kendisi yapılan röportajlarda şunları söylemekte:
“-Ben hayatta hiçbir partiye rey vermedim. Bundan otuz kırk sene evvel bir partiye rey vermeye giderken, düşünüp vazgeçtim. Bir partiye rey vermeye giderken, düşünüp vazgeçtim. Bir partiye rey versem, öbürlerine karşı kendimi suçlu hissettim. Geri döndüm gittim. İnsan hizmeti kutsal bir hizmet, herkes bu hizmette birbiriyle yarış içinde”. Bu nasıl bir yüce duygu ki, (demokratik düşünce bir yana) sanki verdiği oyu bir kişi, bir parti görecekmiş gibi, birini küstürürüm, diye oy vermeye çekiniyor.
DEVLETTEN ÜCRET ALAN KIRŞEHİR’Lİ ABDALLAR
Türkmenistan’da halk ozanlarına “Bahşi” denildiğini, Devletten maaş alan 21 Bahşi bulunduğunu kitabımızın sayfalarında yazmıştık. Türkiye’de de, halk ozanı niteliğinde Kırşehir’li Abdallardan 15 kadar değişik çalgılar çalan ustanın ücret aldığını öğrendik.Kırşehir’li Ustalardan Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş’ın eski yıllarda yokluklar, yoksulluklar içinde yaşadıkları halde, Türk Folkloruna eşsiz türkü ve bozlaklar kattıkları bilinir. Muharrem Ertaş 1984 yılında tek odalı evinde yoksulluklar içinde ölünce, devlet bir vefa borcu olarak ve onların daha iyi ürün vermelerine destek olmak için, Kırşehir Abdallarından 15 kadar çalgıcı ustasına, Kültür ve Turizm Bakanlığı döner sermayesinden sözleşmeli olarak ücret ödenmesine başlanmıştı.
Ustalar Müzik ve Oyun Topluluğunda görev alıp, devletten maaş alan, değişik çalgı çalan 15 kadar ve ustaların isimleri şöyledir:
1- Abidin Ertem
2- Ali Çakıcı
3- Alican Ertek
4- Aydın Çekiç
5- Birol Ertaş
6- Bektaş Şahin
7- Bektaş Akdoğan
8- Burhan Ertaş
9- Fevzi Çekiç
10- Hasan Karakuş
11- Veli Ertem
12- Zafer Başaran
13- Eyvaz Başaran
14- Uğur Yurd-akul
15- Behsat Karakuş[1]
Muharrem Ertaş’ın yoksulluk içinden ölmesinden sonra, bir kültürel geleneğimiz olan Abdallar geleneğinin yaşatılabilmesi için, Kültür Bakanlığı Döner Sermayesinden (DÖSiEM) geçici işçi faslından ücret verilmeye başlanmış. Kırşehir Kültür Turizm İl Müdürlüğünce 15 çalgıcı, Kaman ve Keskin Yöresinden de 12 çalgıcı Abdal ustalarına döner sermayeden ücret ödenmekte olduğu öğrenildi. İlgililer, geçici sözleşme ile onlara belli bir ücret öderken, sürekli olarak kültür programlarında ve TRT de yöresel folklor örneklerinden program yaptırmakta, kültürümüzün bir geleneği olan Abdallar geleneğinin de devam etmesine yardımcı olunmakta olunduğu açıklandı.
Kültür Turizm Bakanlığı Döner sermayesinden sözleşmeli ücret alan Kemancı Seyit Çevik’in grubundan Keskin’li ve Kaman’lı Abdal ustalarının isimleri de şöyle:
1. Seyit Çevik Keskin Keman çalar
2. Çetin İşten ” “ ”
3. Şirnaz Baran Keskin zurna çalar
4. Kâmil Öge ” ” ”
5. Duran Taşan “ bağlama ”
6. Verdi “ ” ”
7. Tuncay Coke “ “ ”
8. Kenan “ ” davul ”
9. Âdem Göçer Kaman “ ”
10. Zeynal Göçmen “ zurna ”
11. Murat Karakuş “ davul ”
12. Selahattin Ertürk “ bağlam ”
Ömür boyu sıkıntı, sefalet, yokluk içinde Türk Folkloruna hizmet eden, bu duygular içinde birbirinden güzel türküler, bozlaklar üretip Abdalların onurunu da yücelten Neşet Ertaş, TBMM Onur ödülünü almıştı. Buna ilişkin yazı ve resim aşağıdadır.
TBMM’DEN NEŞET ERTAŞ’A ONUR ÖDÜLÜ
TBMM’nin ilk kez düzenlediği Üstün Hizmet Ödülleri, TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından sahiplerine verildi. 27 kişi ve kuruluşa verilen ödül dolayısıyla TBMM’de düzenlenen törene, TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından verildi.Kırşehir’in yetiştirdiği Türk Abdallar Kültürünün günümüzde yaşayan en tanınmış büyük halk ozanlarından Neşet Ertaş’a, Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır’ın teklifi üzerine, TBMM tarafından “Onur Ödülü” verildi. Türk Folkloruna, birbirinden güzel türküler, bozlaklar katan Neşet Ertaş’ın ödül aldığı tören, 2 Mayıs 2006 günü TBMM Salonunda yapıldı. Ödül törenine TBMM Başkanı Bülent Arınç TBMM Başvekilleri Nevzat Pakdil, Sadık Yakut ve Ali Dinçer ile Devlet Bakanları Beşir Atalay ve Nimet Çubukçu, İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Kırşehir Vali Vekili Ahmet Ozan, Kırşehir Belediye Başkanı Halim Çakır, Kırşehir Milletvekilleri Hüseyin Bayındır, Mikail Aslan ile çok sayıda milletvekili, Valiler, Belediye Başkanları ve davetliler katıldı.
TBMM Başkanı Bülent Arınç ödülünü verirken yaptığı konuşmada, “birkaç gün önce Ertaş’la birlikte olduğunu, iki saat boyunca onun eserlerini dinlediğini ve Ertaş’ın herkes tarafından aday gösterilebilecek bir isim olduğunu” kaydetti. Bülent Arınç, “saz yok, bağlama yok, niye böyle tek başına geldiniz?” diye espri yapması üzerine Neşet Ertaş, “kâhı saz, kâhı söz, kâhı cilve, kâhı naz” diye o da esprili yanıt verdi.
Neşet Ertaş, “davullarıyla, zurnalarıyla, saz ve kemanlarıyla düğünlerimizden bayramlarımıza, doğumumuzdan ölümümüze kadar hizmet vermiş büyüklerimiz adına almak istiyorum” diyerek, tüm Abdalları onurlandırarak ödülünü aldı.
KIRŞEHİR’İN BAŞ TÜRKÜSÜ
Avşar Aşiretleri ile Çukurova’dan sürgün edilip Orta Anadolu bozkırına “Arabatları” ile at koşturduğu diyarlardan Kırşehir ve Kaman’dan geçerken söylediği bu destansı koşma, torunları olan Kırşehir Abdallarının dilinde adeta bir Kırşehir marşı gibi türkü ve bozlak olur, tellerde dillerde havalanır durur. Bu türkü Kırşehirlilerin en baş türkülerindendir. Dadaloğlu’nun aşağıdaki dizelerinden alınmıştır:NEŞET ERTAŞ AVRUPA’DA HAPİSTE
Bozlaklarının birinde, “Hapishanelere Güneş Doğmuyor” diyen Neşet Ertaş, Yugoslavya’da hapse düşerek, tıpkı türküsündeki gibi yalnızlık ve hapishane duygularını yaşadı. O da üç ay boyunca, “eşim dostum hiç yanıma gelmiyor” u hapishanede yaşadı; sanki bu bozlağı kendisi için önceden yazmış gibi oldu.Almanya’da bir plak firması için program yapmak için, Almanya’ya gider. Neşet Ertaş’ın bir arabası var ama ehliyeti yoktur. Almanya’ya arabasını Cengiz Akmeriç kullanır, böylece Almanya’ya varır. Programı bitince, birlikte giden sanatçı arkadaşları ondan ayrılıp başka bir araçla dönerler. Neşet Ertaş ehliyetsiz ve arabası ile ortada kalır. Çaresiz arabasını kendisi kullanmak zorunda kalır, ancak, ehliyeti olmadığı gibi, kaçıncı vitesle gidilir, vites nasıl değiştirilir, vitesin işlevini dahi bilmiyor. Polisti, tercümandı derken, ehliyetsizliği tespit edilir, yargılanır ve üç ay hapse mahkûm olur. Türk konsolosluğuna defalarca başvurur, hiç kimse ilgilenmez, hiç kimse arayıp sormaz. Daha önce söylediği “Hapishanelere güneş doğmuyor” bozlağını sanki bu günü için söylenmiş gibidir. Nerden duysuysa, Yazarımız Yaşar Kemal, postayla, içinde “Bozkırın tezenesine geçmiş olsun” yazılı bir kitap gönderir.
Yugoslavya’da hapiste çektiği sıkıntıları şöyle anlatır: “1967 miydi 1968 miydi hapse düştüğüm. O günlerde neler çektiğimi bir ben bilirim, bir de Allah bilir. Yanımda o günlerde hiç kimse yoktu; kimse bana orada sahip çıkmadı ve orada üç ay hapis yattım. Başıma gelen bu hale konsolosluk biliyordu, hiç ilgilenmediler, bizim arkadaşlar da kimseye bildirmemiş”
Türkiye’de gerçek durumu bilmeyen Türk basını, “Neşet Ertaş esrarengiz bir şekilde Yugoslavya’da hapishaneye düştü”, “Neşet Ertaş esrardan hapse düştü” diye, yazılar yazar.
ALMAN OKULLARINDA MÜZİK DERSİ VERDİ
Neşet Ertaş, Almanya’ya ilk giderken, “müzisyen olduğuna dair belge getir” filan diyerek diye çeşitli zorluk çıkardılar. İlkokulu dahi bitirmemiş, herhangi bir sertifika, belgesi olmayan Neşet Ertaş, bunu nasıl kanıtlayacağını düşünürken, kucağına bir sürü türkü dolu plak, band-kaset doldurarak ilgililere gösterdi. Bu sefer de “bu türküyü, müziği söyleyen sen olduğunu kanıtla” diyerek zorluk çıkarmışlardı. Sazı ile bir iki parça söyleyince ikna oldular ve Almanya’ya Neşet Ertaş girmiş oldu.Almanya’da düğünlerde çalıp söyledikleri ile binlerce insanın beğenisini kazandığını gören Alman Öğretim kurumları da Neşet Ertaş’a ilgi göstermeye başladılar. Bir okulun müdürü, bir yüksekokulda saz dersi verip veremeyeceğini teklif eder. Almanya’ya girerken zorluk çıkaranlar, ilgi ve beğenilerini Usta Neşet’e göstermeye başladılar.
Neşet Ertaş, “olur amma ben nota bilmem” dedi. İlgililer, “olsun sadece saz dersi ver” dediler. Almanya’ya da ve de bütün Avrupa’da düğünden düğüne koşan, türkülerini, bozlaklarını Avrupa’ya yayan Neşet Ertaş, elinde ilkokul diploması dahi olmayan bu kırsal kesimin “bozkırın tezenesi”, Almanya’nın bir yüksek okulunda saz dersleri vermeye başladı. Öğrenciler bir yana, okulun öğretmenleri dahi bu derslere katılıyor, onu hayranlıkla izliyorlardı. Bu dersler iki yıl devam etti.
Fakat okul binalarının resmi havası onu sıkmaya başlayınca, o daha özgür ortamda çalıp söylemek istiyordu. “Sanat okuluydu. Her milletin sanatının okutulduğu bir okuldu. Verdiğim pratik derse okulun hocaları da katılırdı. Nota bilmiyordum. Almanca da az biliyordum. Hem de ben çok yoruluyordum. Bunun için bu ders verme işini bıraktım, kendi özgür halimde düğün salonlarıma, halkımın içine döndüm. Ama bu ders sayesinde passaportuma “Saz Müziği Öğretmenidir” diye yazıldı”. Bunları söyleyen Neşet Ertaş, Avrupa gurbetinde yıllarca “garip”, “gurbet” türküleri söyleyip, bu türküleri üretmeye devam etti. Ama bu Türküler, Türkiye’ye çabuk ulaşıyor, korsan piyasasında nice emek sömürenlere pek çok para kazandırıyor, Neşet Ertaş’a beş kuruş bile gelmiyordu.
Yaşantısını Avrupa’da sürdüren Neşet Ertaş, albümlere, kitaplara sığamayacak, ürettiği türkülerin sayısını kendisini de doğru dürüst hatırlayamaz Neşet Ertaş’ın türkülerinde 25 tanesini Doç.Dr. Erol Parlak tarafından notaya alınmış, çalışmalar halen devam etmekte. Bilindiği gibi, Neşet Ertaş’da bütün halk ozanları gibi türkülerini, hiçbir nota ve usule bağlı kalmadan, kendi avazı, kendi sesi ile irticalen üretmiştir. Anadolu-Kırşehir bozkırında yokluklar, sıkıntılar içinde, gurbetlerde sürüne sürüne biriktirdiği acılı duygularla yoğurduğu türkülerini ürete ürete, bütün Abdalların ve de Türk halkının gönlünde taht kurmuştur.
Neşet Ertaş, kendi acıları yanında, halkının acılarına da tercüman olmuş, halkın nice acılarından esinlenip türküler üretmiştir. Türkülerinin, bozlaklarının çoğunda halkın acılarını, sevincini, özlemini yansıtır. Bir türkünün nasıl doğduğunu, kendi yaşam öyküsünü anlattığı “ “Anam ağlar başucumda oturur” adlı bozlağın doğuş öyküsünü şöyle anlatır: [2][i]
“14–15 yaşlarıma geliyordum; bir düğündeydik. Ben o zamanları keman çalıyordum, bir sazcı vardı. Bir köyde düğün olur, beş altı köy oraya davetli olur. O köylerden gelen davetliler de, akşam oldu mu, evlere paylaştırılırdı. Düğün kâhyası da bir grup biz çalgıcıları alır, bu misafirlerin kaldığı evlere götürürdü. Orada bir fasıl ettikten sonra öte tarafa gider, öyle öyle sabahın yakınına kadar bütün evleri dolaştırırdı.
Bir yere girdik. Baktım ki içerde bir hasta yatıyor. Yanında da bir kadın var. Ben geri çıktım oradan. Düğün kâhyası, -yok, çıkma, buraya geldik, burada çalacağız-, dedi. Genç bir çocuktu yatakta yatan. Anası da yanında öyle oturuyordu. Kimse de yok orada. E, ne çalıp ne söyleyek ki? Gene usulen, bir şeyler çalıp söyledik, ama etkilendim ben o genç çocuğun o derece hasta yatmasına; anasının da yanında, öyle oturması beni etkiledi. Fasıllar bitti. Sabaha yakın bir saatte geldik yatmaya, diye. Ben aldım kalemi elime:
Neşet Ertaş’ın 14–15 yaşlarındaki yıllar 1940lı 50 li yıllar ki, Türk köylüsünün yoksulluk, kıtlık, yokluk çektiği yıllardır. 40’lı yıllarda amansız salgınlarından biri olan verem yüzünden nüfusun %2-3’ü ölüyordu. “İnce hastalık” denilen, Verem fakir hastalığı derler. AIDS den sonra en çok veremden insanlar kaybediliyordu. Verem öylesine yaygındır ki, her mahalleden, hemen hemen her evden bir veremlinin öldüğü yıllardır. (babam ve amcam da veremden ölmüştü-yazar) Verem hastalığı, öylesine yaygındır ki, sinema filmlerine (Veremli Kız), romanlara, öykülere konu olmuş; birçok türkülerimiz de verem üstüne yakılmış ve söylenmiştir. İşte Neşet Ertaş’ın bozlağının biri de, anlattığımız veremli genç üstüne yazılmış, yukarıdaki “Anam Ağlar Başucumda oturur” olup, günümüz radyo ve TV larında çalınıp söylenmektedir. Neşet Ertaş’ın, Muharrem Ertaş’ın ve öteki Abdalların türkülerini ve öykülerini yazmaya kalksak sayfalarımızın buna yetmesi imkânsızdır.
Neşet Ertaş, halkına o kadar sevgisi vardır ki, çıktığı konserlerde, programlarda elini kalbine koyarak, “ben sizin ayağınızın türabı olurum” diyerek, mütevazılığını (alçakgönüllü) dile getirir. Bütün halk ozanları, genellikle türkü ve şiirlerinin sonunda kendi ad ve mahlaslarını kullandıkları halde, Neşet Ertaş’ın, türkülerinin hiç birinde kendi adı geçmez, artık halklın malı olmuştur. O nedenle onun bu mütevazılığını istismar edenler, türkülerini ya başkasına ait olduğunu, az da olsa kendilerine ait olduğunu ima edenler çıkmıştır. Aynı yanlışlığı radyo ve TV lerde de görüldüğü olmuştur.
Kendisi türkü ve halk ilişkisini şöyle anlatır:
………………………………..
Türkü, bir yerde halk dilidir. Halkın dilinden çalınmış, halkın dilinden söylenmişse, özü, toprağı, kokusu aynıysa türküdür. Halkın bilmediği kelimelerle söylenen şeylere türkü diyemiyorum. Mesela bazı deyişler var, Farsça söylenmiş. Üstü kapalı söylemiş. Hem Farsça, hem de kimsenin anlayamayacağı bir dilde, kim anlayabilir. Halkın özü, halkın sözü ve halkın yüreğinden gelen sözler, havasını da bulduysa bunlar türküdür”.
Neşet Ertaş konserlerinden birine simsiyah elbise ile sahneye çıktığında, izleyiciler merak eder, nedenini sorarlar. O sevdiği bir kızın öldüğünü duymuştur. Kimseye bir şey söylemez, hüzünlü türküler söyler:
…………………………………..
Bu ölümün verdiği acı ile hep dertli yanık türküler söyler. Dinleyicilerden hiç itiraz gelmez, onlar da hüzünlenir. Neşet Ertaş, sevdiği kızın ölümü üzerine irticalen söylediği bu hüzünlü türküde, “ben ilk defa o vay vay dünya” adlı türkümü söylerken ilk defa tıkandım ve ağladım”, diyor, Neşet Ertaş. [3]
Neşet Ertaş, türkülerinde gurbet, garip, felek, hasret gibi temaları sürekli çalıp söylerken, okuma yazması kıt, hiç kitap okumamış, yoksulluktan büyümüş bu “bozkırın tezenesi” birden Avrupa’ya gidip çağdaş dünyayı görünce, duygu ve düşüncelerinde değişme ve gelişme olduğunu, insanlara bunu vermenin eğitmenin, öğüt vermenin duygularını, şu mısralarından anlıyoruz:
Neşet Ertaş’ın şu dizelerinde insanları sevmenin, sevişmenin, insan için bu yüce duygunun önemini vurgulaması, ona ayrı bir değer kazandırıyor. Hele sevişmenin ibadet, sevginin iman olduğunu söylemesi, bir derviş, Yunus, Mevlana avazı içinde görünmesi ne kadar yüce bir duygu:
…………………………………….
GECE GÜNDÜZ BAHARIMDA YAZIMDA
Neşet Ertaş, çileli yaşantısının 50–55 yaşlarına geldiğinde, yolu Avrupa’ya düşer, dünya görüşü hayat yolculuğunun çeşitli yaşam dönemcinde kesişir. Avrupa kültürünü görmesi ile türküleri daha bir evrensel değerleri kucaklayan, felsefi bir insan sevgisi ile örülmeye başlar. Duyguları buna paralel daha olgunlaşır, bu duygular türkülerine mısralarına şöylece yansır:……………………………………………
[1] Kırşehir Kültür ve Turizm Müdürlüğünün 24.05.2007 gün ve 1032 sayılı yazısı
[2] Gönül Dağında bir Garip” İşbankası Yay. Sf 225
[3] Gönül Dağında bir Garip İş Bankası Yay. sf: 234
[i] Gönül Dağında bir Garip” Neşet Ertaş Kitabı Haşim Akman İşbankası Yay. 2006 Sf 225
Kaynak: Halk Kültüründe Abdallar ve Bozlaklar Cevat Kulaksız 2012 kitabından alındı.
Ünlü Halk Ozanı Neşet Ertaş’ın Yaşamı 1 - Cevat Kulaksız
Büyük Halk Ozanı Neşet Ertaş -2:Neden “Ertaş” Soyadını Almış
Büyük Halk Ozanı (3) : “Seçim-Geçim-Gurbet Neşet Ertaş”
Büyük Halk Ozanı (4): Kırşehir Abdalları’nın Yoksulluk Feryadı
Kaynak: Halk Kültüründe Abdallar ve Bozlaklar Cevat Kulaksız 2012 kitabından alındı.
Ünlü Halk Ozanı Neşet Ertaş’ın Yaşamı 1 - Cevat Kulaksız
Büyük Halk Ozanı Neşet Ertaş -2:Neden “Ertaş” Soyadını Almış
Büyük Halk Ozanı (3) : “Seçim-Geçim-Gurbet Neşet Ertaş”
Büyük Halk Ozanı (4): Kırşehir Abdalları’nın Yoksulluk Feryadı
Yorum Gönder