Balyoz Davası’nda hükümler açıklandı. Toplumsal vicdanda adaletin gerçekleştiği yolunda bir duygu oluşmadı. Ergenekon ve bağlı davaların en önemlilerinden biri olan Balyoz, tıpkı diğerleri gibi, AKP-Cemaat koalisyonunun Cumhuriyeti tasfiye etme ve bir ‘ılımlı İslam rejimi’ kurma operasyonunun aracı olarak kullanıldı.
Dolayısıyla bu davalar hukuksal değil, başından itibaren siyasal karakterlidir. Bu nedenle yargılamada hukukun ilkeleri değil, iktidar kudretini elinde tutanların, yeni rejimin efendilerinin siyasal ihtiyaçları belirleyici oldu.
Hukuku hoyratça çiğnediler. Sahte oldukları bilirkişi raporlarınca defalarca kanıtlanan (bu konuda tam 23 rapor var) dijital kanıtlara dayanarak yargılama yaptılar. Bilimsel raporları dikkate almadılar, sanık lehine kanıtları değerlendirmediler. Yargılama sürecinde kanıtların değerlendirilmesi ve tartışılması aşamasını atladılar.
Bu davalar, polis ve adliye içindeki yasadışı Cemaat örgütlenmesinin eşgüdümüyle gerçekleştirilen tertibe ve yine bu çete tarafından üretilen sahte kanıtlara dayanıyor. Emniyet Müdürü Hanefi Avcı bu yapılanmayı deşifre ettiği için, akıl almaz gerekçelerle tutuklandı.
AKP ve Cemaat koalisyonu Cumhuriyete karşı bu komployu gerçekleştirme gücünü ve cesaretini, Türkiye’nin Ortadoğu’da model olmasını sağlayacak bir “Ilımlı İslam” ülkesi olmasını isteyen ABD ve Batılı ortaklarından aldı.
Operasyon ve yargılama sürecinde AKP ve Cemaatin arası zaman zaman arası açılsa da, Cumhuriyetin tasfiyesi ve rejimin daha İslami bir karakter kazanması konusunda aralarında hiçbir anlaşmazlık yoktu.
Hiç kuşkusuz Balyoz Davası, bu dönemde yürütülen soruşturmalar arasında en tartışmalı olanlardan biriydi. İddianame ve sunulan kanıtlarda sahte olduğu bilimsel ve hukuksal bakımdan kanıtlanmış tam 1.500 unsur vardı. Davanın hemen düşürülmesi ve bu tertibi hazırlayanlar hakkında soruşturma açılması gerekirken, tam tersi bur yol izlendi.
Davaya temel teşkil eden Plan Semineri sırasında yurtdışında olduklarını kanıtlayan subaylara bile ceza verildi. İddianame tam bir komedi metni gibiydi; darbe planının yapıldığı iddia edilen 2003 yılında tersanede bile olmayan, 2008 yılında denize indirilen gemilerin adı geçiyordu. 2006 ve 2007 yılında kurulan derneklerin, şirketlerin, hastanelerin isimleri geçiyordu. Dahası, davaya temel oluşturan belgeler 2003 yılında hiç olmayan, Microsoft tarafından 2007 yılında üretilen bir bilgisayar harf karakteriyle yazılmıştı.
İmam Hatip Harbiye’yi yendi
Cumhuriyet’in soluna kapalı yapısının, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynadığı kesindir. Kurulduğu ilk yıllardan itibaren kendi solunu periyodik olarak tasfiye eden ve bu tutumunu Soğuk Savaş döneminde derinleştiren Cumhuriyet, sonunda kendi tasfiyesinin de koşullarını yarattı.
Sol korkusu nedeniyle tarihsel bakımdan bir önceki çağa ait sınıflarla ittifak içinde kendi solunu bastıran Cumhuriyetin kurucu güçleri ve Ordu, bugünkü dramatik tabloyu hazırladı.
Sürekli olarak kendi solunu budayanlar, gerçek yurtseverleri tasfiye edenler, gerici ve muhafazakâr akımlarla bulaşık bir ideolojik-siyasal çerçeveyi bütün ülkeye dayatan TSK ve bürokrasideki sağ Kemalistler oldu. Bugün ise, geçmişte ittifak yaptıkları ya da kullandıklarını sandıkları güçler tarafından onurları da kırılarak kendileri tasfiye edildiler. Solun önünü kesmek için dincileri, siyasal İslamcıları, tarikatları destekleyenler, besleyenler şimdi bu güçler tarafından ezilmektedir.
Tablo bundan ibarettir. Cumhuriyete ihanet etmenin bedeli ağır oldu. İmam Hatip Harbiye’yi yendi.
Biraz daha somut ifade edersek şu tespitleri yapabiliriz; 27 Mayıs 1960’da kendi sağını tasfiye eden Kemalistler, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen iki askeri faşist darbe ile bürokrasi ve ordudan tamamen tasfiye edildi.
Çünkü 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri, sola ve sosyalist harekete karşı gerçekleştirilmelerinin yanı sıra, aynı zamanda ordu ve bürokrasi içindeki ‘Sol Kemalistleri’ de devletten (ordu ve bürokrasiden) tasfiye etmeyi hedefliyordu. Sağcı Kemalistlerin muhafazakâr ve gerici çevrelerle ittifak halinde bu amaçlarını büyük ölçüde gerçekleştirdiklerini saptayabiliyoruz.
***
Ancak bugün ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ diye kodlanan soruşturma ve davalarla siyasal şiddet kullanılarak ‘Sağ Kemalistler’ tasfiye ediliyor. Artık devlette hem soluyla hem de sağıyla Kemalist kalmadığını söyleyebiliriz. Süreç tamamlanmış görünüyor.
Sadece tek örnek bile açıklayıcı olabilir; bugün valilerin yüzde 80’inden fazlası İslamcı ya da imam hatip mezunudur. Neredeyse valilerin tümünün eşlerinin başları örtülüdür. Artık, bürokrasi Anadolu’da Cumhuriyeti, moderniteyi ve aydınlanmayı temsil eden toplumsal bir kategori olmaktan çıktı.
Solun önünü kesmek için siyasal İslamcılarla aynı yatağa girenler, yarattıkları gücün pençesine düşmüş durumdalar. Kendi devrimine ihanet eden Cumhuriyetin kurucu güçleri, TSK ve Batıcı sermaye kendi sonunu da hazırladı.
Solu düşman olarak görenler, bu toprakların en pırıltılı çocuklarını, aydınlarını hoyratça ezenler, Cumhuriyeti daha ileriye taşıyacak gerçek yurtseverleri acımasızca yok edenler, bugün kendi büyüttükleri aydınlanma ve Cumhuriyet karşıtı güçler tarafından tasfiye ediliyorlar. Kendilerine sahip çıkacak kimseyi de bırakmadıkları için, ellerini uzatanlar yine de sol oldu.
Sonuçta olan da bu acılı ülkeye, ufku karartılan bu halka oluyor. Neredeyse yok olmuş, gücü ve etkisi kalmamış dinci akımları diriltenler, besleyenler ve büyütenler bu tarihsel hatalarının cezasını çekiyorlar.
Bu sonun hazırlanmasındaki temel etken hiç kuşkusuz Soğuk Savaş olgusu ve dönemidir. Türkiye Soğuk Savaş’a kurban edilen bir ülkedir. NATO’ya girişiyle birlikte Türkiye Sosyalist Bloka karşı Batı’nın “Yeşil Kuşak” projesinin uygulanma alanlarından biri haline geldi. Türkiye NATO’nun “Dolaylı Saldırı Doktrini”nin ilk hayata geçirildiği cephe ülkesiydi.
Yorum Gönder