Siyasetçiler konuşurken “maksadını aşmak” denilen o yaman kazaya sık sık uğrayabilirler.
Kürtaj tartışması böyle çıkmış olmalı.
Çünkü olayın başına, sonuna baktığımızda mantık bağı kuramıyoruz.
Başbakan Uludere faciasını karartarak gündemi değiştirmek istedi.
Her kürtajın bir Uludere olduğunu iddia etmesi mantıklı bir eşleştirme değildi.
Ama Türk siyasetini ve kamuoyu gündemini “ne söylenmiş” sorusu değil “kim söylemiş” sorusu biçimlendiriyor.
Nitekim mantıksız bir ilişkilendirme Uludere’yi gündemden indirip kürtajı getirmiş bir numaraya koymuştur.
Günlerdir konuşuyoruz ve böyle giderse kürtaj yasaklanacak!
Dün Sağlık Bakanı Akdağ bir ışık yaktı “Başbakan ve ben yaşam hakkından yanayız. Ama kadının seçim hakkını savunanlar da var. Bu tartışma devam edecek” dedi.
Dileriz öyle olur.
Çünkü tartışma uzadıkça, Meclis sıralarını dolduran adamların kadınlar adına karar veremeyeceği gerçeği kendini kabul ettirebilir.
İstemediği gebelikten kurtulma hakkı sadece tecavüze uğramış kadınların meselesi değildir.
Hiçbir kadın, istemediği bebeği dünyaya getirmeye mecbur tutulamaz. Tabii hukukun ve bilimin izin verdiği süre içinde...
Muhafazakâr siyasetçiler, kadınlara yasaklar koyarak onların sırtından dine hizmet ettiklerini mi düşünüyorlar?
Siyasetçi ülkeyi idare etsin diye seçiliyor, insanlara yaşam tarzı dayatsın diye değil!
Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün dün şaşırtıcı şeyler söyledi:
“Ablamın çocuğu Down sendromlu. Teyzemin torunu otistik. Onlara nasıl iyi bakıyorlar... Ablam çocuğunun Down sendromlu olduğunu bilerek doğurdu. Allah’ın bize lütfuydu dedi. Böyle düşündü!”
Bu özveri saygıdeğerdir.
Tanrı’dan gelen her şeyi şükürle kabullenme kimine göre ibadettir.
Ama toplumun yaşam biçimini niçin onlar belirlesin?
Neden dinin cevaz verdiği çağdaş seçimlere zihinlerini kapatmış insanlar kadınların seçimine yön verecek, yaşamlarına hükmedecek?
Kadınlar demokrasinin son kalıntılarını kullanmalı, haklarını gündem saptırma atraksiyonuna kurban etmeyeceklerini göstermelidirler.
Aksi halde bu yenilginin sonu gelmez!
Gerçeği arıyorsa eğer...
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yargılandığı mahkemeden son derece mantıklı bir istekte bulundu.
İddianamede onun “devlet yöneticilerini baskı altına alma” suçu işlediği öne sürülüyor.
Yani askeri vesayet kurma suçlaması...
Başbuğ’un avukatı, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın da bulunduğu yüksek düzeyde görev yapmış 11 sivil ve asker yöneticinin tanık olarak çağırılmalarını istiyor.
Eski Genelkurmay Başkanı’nın “baskı altına aldığı” söylenen devlet yöneticilerinin hepsi maşallah turp gibi.
Baskı görüp görmediklerini mahkeme neden alâkasız insanlardan öğrenmeye çalışsın?
İstediğine sorar. Gerçeğe ulaşmak için Cumhurbaşkanı bile gider cevabını verir.
Ne de olsa yargı önünde herkes eşittir ve mahkemeler de adalet için vardır.
Yoksa öyle değil mi?
Yorum Gönder