Havada tertip kokusu var. Türkiye’yi Suriye cehennemine itmeye çalışan etkiler sürekli tırmanıyor.
Daha geçen hafta New York Times yazarı Thomas Friedman Amerika’nın savaş rüzgârları nedeniyle Türkiye’nin kusurlarını görmezlikten geldiğini yazdı.
Esad’ın dayanıklılığı, askeri müdahale dışında yol bırakmıyor. Ama o yol da tıkalı.
BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkmasını Rusya önlüyor. NATO operasyonu da mümkün görünmüyor.
Seçim var, Obama asker göndermiyor.
İngiltere de istekli görünmüyor.
Fakat diplomatik haber trafiğinde Türkiye’yi ateşe atmaya hevesli yorumların yoğunlaştığını izliyoruz.
Mesela Batı medyasında dün, Katar ve Suudi Arabistan’ın MİT yardımıyla Suriye’deki muhalif güçlere, tanksavar füzeleri gönderdiği haberleri geniş biçimde yer aldı.
ABD Dışişleri Bakanı Clinton, endişe mi tahrik mi olduğu pek ayırt edilemeyen şeyler söyledi. Suriye güçlerinin Halep çevresine yığınak yaptığını belirterek bunun, Türkiye için kırmızı çizgi ihlâli olabileceğini söyledi.
Bir Çin atasözü “balık yemi görür, iğneyi görmez” der.
Sünni blokun boş bulunan tahtı için hevesimizin kabarması, acaba bizi de körleştirebilir mi?
Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı koltuğuna gelmesinden sonra yaşanan başarısızlıklar olağanüstü şüpheci ve tedbirli hareket etme mecburiyeti yüklüyor.
Hükümet politikasından devlet politikasına geçmenin zamanıdır. Abdullah Gül Türkiye’nin ihtiyaçlarına ve tabiatına daha uygun politikalar üreten bir Dışişleri Bakanı idi.
Bu deneyimini hükümetle paylaşmalı.
Anayasa yetki veriyor.
Cumhurbaşkanı Anayasamıza göre Suriye konusunda Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplantıya çağırabilir!
Özal’ı yoran şüphe
Devlet Denetleme Kurulu, rahmetli Cumhurbaşkanı Özal’ın ölümünü şüpheli bulduğuna dair rapor verdi.
Gerekçe bence zayıf:
“Görevi başında ve ani şekilde ölen bir cumhurbaşkanının ölümü her zaman şüpheli bir ölümdür” deniyor.
Bu şüphe sık sık gündeme getiriliyor.
İki yıl önce Özal’ın özel hekimi Cengiz Aslan’dan dinlemiştim.
Dinlediklerim şüpheye yer bırakmayan, “gün gibi aşikâr” bir sondu. Tekrarlayayım:
Şubat 1993’te ABD’de sağlık kontrolünden geçtiği gün Özal’ın ameliyatla takılmış olanlar da dâhil kalp damarlarının tıkalı olduğu belirlendi.
Dostu olan ünlü cerrah DeBakey müdahale için mutlaka yatması gerektiğini söyledi.
Fakat o “Balkanlar ve Kafkaslar’da kan dökülüyor. Böyle bir zamanda acil olmayan bir sebeple hastanede yatamam” diyerek öneriyi tüm ısrarlara rağmen reddetti.
İki ay sonra da yorucu bir dış geziden hemen sonra vefat etti.
Dr. DeBakey, Cumhurbaşkanı Özal’ın “kalp aritmisi”nden (kalp sektesi) ölmüş olabileceğini söyledi.
Ama biz, yücelttiğimiz insanlara sıradan normal ölümleri yakıştıramıyoruz.
Otopsi yapılmadan “zehirlendi” masalı bitmeyecek. Rahmetli rahat edemeyecek!
Yorum Gönder