Hayata gelmiş on binlerce çocuğun yaşadığı birçok sıkıntıya çözüm bulunmamış, bu konuda 25 yıldır aynı noktada durmakta olan ülkede “her hamilelikte çocuk mutlaka yaşatılmalı” diyen Hükümet tepkilerle karşılaşacaktır elbette.. Evet, 25 yıldır aynı noktadayız, ben gazeteciliğe başladığım yıl hazırladığım kadın köşesinde aynı “kadın ve çocuk” sorunlarını yazıyordum, hiç değişmedi, tam aksine, sayıları son yıllarda hızla arttı..
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın bu konudaki açıklamaları da şaşırtıcı ve aslında hepimiz “tartışıyormuş gibi” yapıyoruz, ortada bir tartışma yok, “bir karar” var ve baştan beri de öyleydi.. Son yıllarda, özellikle son bir yıldır arkası kesilmeyen kadın ve çocuk tecavüzleri, hatta bebek tecavüzleri, bunların “aile içinde” olanları (ensest) her gün gazetelerde yer aldı. Birini, henüz birkaç ay önce yazılan ve unutulmayacak bir olayı hatırlayalım; “anne-babası olmayan ve dayıya emanet edilen 5 yaşındaki çocuğa dayı tecavüz etmiş ve anneanne olay anlaşılmasın diye çocuğun organlarını kaynar suyla dağlamıştı”.. Yine aynı zamanlarda 12-13 yaşında kız çocukların yaşlı adamlara verildiğini, hamile kalarak ölüm tehlikesi yaşadıklarını veya bu yaşlarda hastanede doğum yaptıklarını defalarca okuduk..
‘DEVLET BAKAR’MIŞ..
Bir tecavüzden doğan, annesi babası olmayıp da ortada kalan veya yoksul ve çok çocuklu ailelerde doğdukları için sokaklarda “tinerci” olan çocukların hepsine devlet bakmış ve bakıyormuş, bu çocukların binlercesi sorun olarak gözümüzün önünde durmuyormuş gibi Sağlık Bakanı Akdağ “sorunlu durumdaki annelerin çocuklarına da kürtaj yapılmasın, gerekirse devlet bakar” diyor..
Bu ortada görünmeyen ama böyle sık sık anıldığında “adı ve gücü” kulağa hoş gelen devlet çoğuna bakmıyor. Çocukları bırakın şiddetten kaçan kadınlara bakacak “sığınma evleri”ni bile açmıyor. Kadın ve çocukları koruyacak yasaları çıkarıp yürütmediği için kadınlar her gün katliam halinde cinayetlere kurban gidiyor, tecavüzün haddi hesabı yok.. Devlet gerekeni yapmadığı için ortaya sivil toplum kuruluşları çıkıyor, eğitime varana kadar onlar üstleniyor. Çoğu devletten teşekkür yerine ceza almaya da devam ediyor.
TEKİRDAĞ OLAYINA BAKALIM!
Onun için fantezi, popülist cümleleri bırakıp gerçekleri konuşmak lazım. Eğer Hükümet nüfusun artmasını bu kadar çok istiyor ve “vatandaşının yaşamasını” düşünüyorsa kadınların kürtajına değil, henüz iki gün önce Tekirdağ’da karanlıkta araba vapurundan çıkan ve işaret olmadığı için üç karış yerde denize uçarak (dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek, benzersiz bir ihmal nedeniyle) hayatını kaybeden 4 vatandaş örneğine, odalarında soba yakarak zehirlenen veya yanan gencecik insanlara, savaşta kaybedilmiş gibi her yıl binlerce insanın ölümüne neden olan trafik kazalarına bakmalı.. Bunları önlediler ve her sorun bitti de nüfusu arttıracak bir tek “kürtaj ve sezaryen” mi kaldı?
DÜNYA BASININDA..
Wall Street Journal kürtaj konusu ortaya atılır atılmaz “Bu Türk Hükümetinin söylem yoluyla vatandaşın yatak odasına ilk girişi değil, yıllardır ‘3 çocuk politikası’ndan söz ediyorlar” diye yazdı.. Bu gazeteye kızıyorlar ama arkadan diğerleri geldi; NewYork Times, İngiliz Independent, Fransız Le Monde, İtalyan La Stampa benzer tepkilerle Başbakan’ın ve Hükümet’in kürtaj baskısını “aşırı otoriterliğe” bağladılar, “demokrasilerde böyle bir baskının olmaması gerektiğini” vurguladılar. Dünyayı hayrete düşürmek sonucu değiştirecek mi, bence yine hayır..
TECAVÜZ BEBEĞİ İSTEYECEĞİNE..
Bakan Akdağ kürtaj yasası uygulanmaya başlanınca sorunların biteceğini, insanların “normal doğum planlama yöntemlerine yöneleceğini” söylüyor ve “Down Sendrom”lu çocuk olsa bile doğmalı, onun da yaşama hakkı var diyor. Bilinçli insanlar zaten normal doğum planlama yöntemini kullanır ama burası kazık kadar sapıkların küçücük çocuklara tecavüz ettiği halde kurtarıldığı, toplu tecavüzde bile sapıkların serbest bırakıldığı, ilkokul çağında çocukların babaları tarafından para karşılığı “evlendirildiği” ve bu suçların hesabı sorulmayan komik bir HUKUK (!) devleti..
O zavallı çocuklar hamile kalınca ölüm tehlikesi altına giriyor, sizin “normal planlama yöntemlerinizi” de bilmiyor, ne olacak? Bugüne kadar devlet böyle durumlarda kalan tüm çocukları korudu mu ki, hala “aile içi tecavüz” felaketiyle yaşamaya mahkum çocuklardan hiç söz ediyor mu ki bunları söyleyebiliyoruz?.. Bu arada TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’nın “Bosna’da tecavüze uğrayan kadınlar da doğurdu, tecavüz sonucu hamile kalanlar da doğurmalı” sözleri ise gerçekten lafın bittiği yerdir, yorumu bile olamaz böyle saçma bir çıkışın.. “Bu dehşet verici öneriler yerine tecavüzleri önlemek için çalışın, ne yaptınız” diye sormak lazım!
BAKAN AKDAĞ İNCELEDİ Mİ?
Down Sendrom’lu çocuğun doğmasına gelince.. Batı’da bu hastalığı hamilelikte fark edip doğumu engelliyorlar. Ben bu hastalığı “fark edilmeyip de doğan” çocukları İngiltere’de çok yakından gördüm ve inceledim, acaba Bakan hiç gördü mü? Hayat boyu kendine de, aileye de büyük sıkıntı ve mutsuzluk kaynağı olarak yaşıyorlar (kimseyi incitmek istemem, doğmuş evladı için aksini söyleyenler olacaktır ama bu hastalık diğer “engel”lere benzemiyor.). Onun için önce inceleyip sonra konuşmaları lazım, bu konular “insanların hayatı”, oyuncak değil..
EĞİTİM, SANAT, SPOR, KÜRTAJ!
Bir de “benim şahsi görüşüm sezaryane karşıyım” diyenler var ki o da ayrı komedi.. Burada meselenin şahsi görüşlerle ilgisi yok, mesela “ters gelen bebekler”de anne ölüm tehlikesi yaşıyor ama hastaneler “yaptırımdan sonra” yine de normal doğuma zorlayacak, 15-20 saat anneye o tehlikeyi yaşatacak, belki bebeği çekme yolu denenerek bebek sakatlanacaktır. Sezaryen kararını “korkmadan” kim verebilecek bu durumlarda?
Siyasetçiler jinekolojik kararları kendi uzmanlarına bırakmalılar, eğitimi, sanatı, sporu ve her şeyi en iyi onlar biliyor ve uzmanlar yerine karar veriyorlar ama bu “kürtaj ve sezaryen” konularında “can” söz konusu, inatla yapmak can kazandırmayacak, çok can kaybına neden olacak!
*****
Demokrasinin kalitesi
Dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun “demokrasinin kalitesi”nden söz ederken sorduğu iki soru çok önemliydi.
“Türkiye’de demokrasinin kalitesini görmek isteyenlerin iki soruyu cevaplamasını istiyorum” diyordu; “Tayyip Erdoğan’ı eleştirirsem başıma bir şey gelir mi? Acaba telefonlarım dinleniyor mu?”
Kılıçdaroğlu bu iki sorunun cevabının Türkiye’deki demokrasinin kalitesini vereceğini söylüyor, sizce de çok iyi seçilmiş sorular değil mi? Sizce de “büyük çoğunluğun cevapları birbirini tutacak” değil mi?
Yorum Gönder