Bakamadığın Çocuk Senin Değildir - Şükran Soner

PKK, siyasal Kürt hareketlerinin bir önceki dönem tırmanış yıllarında, Özal iktidarında, Diyarbakır Üniversitesi Tıp Fakültesi kurtarılmış bölge, jandarma kordonunda eylem yeminleri edilen bir bayram etkinliğinde, lider konumunda bir doktora öğrencisi, davalarını anlatırken, “Bizim ailede okuyan tek kişi benim, ağabeylerim ve kardeşlerimin hepsi evli; bol bol çocuk yapıyorlar” demişti. Dayanamamış, “Ölmeye ve öldürmeye bol bol asker. Ailenin erkekleri daha az, sağlıklı bakılacak, okutulacak çocuk doğurtsalar, siyasal kavganıza, davanıza daha çok katkıları olmaz mı?” sorusunu yönelttiğimde gülerek “Hiç böyle düşünmemiştim. Öyle istiyorlar” yanıtını vermişti...
Tıp eğitimi üzerinden kariyer yapan aynı arkadaş, yine içtenlikle o tarihlerde Türkiye’nin sorumluluk ve bakımını üstlenmek zorunda kaldığı, Saddam katliamından kaçmış peşmergelerin kampında yaptıkları bir çalışmadan söz etti. Kadın-çocuk odaklı, dünya ortalamasının üzerinde bir bağışıklık sistemi bozukluğundan söz ediyor, Kürtlere özgü, genetik bir hastalık olabileceği heyecanı ile, gazetede bu araştırmanın yayımlanmasını istiyordu. Tıp bilgim sağlık haberciliği ile sınırlı olsa da, genetik bir hastalıktan önce, kampların, yaşamlarının olumsuz koşullarında, beslenme bozukluğu bağlantılı bir bağışıklık sistemi bozukluğu olasılığından söz edince de, kendisini heyecanlandıran, ırkına öz bir hastalık yargısı için elinde hiçbir bulgu olmadığını itiraf etti.
Türkan Saylan’ın büyük katkısı olan Çağdaş Yaşam’ın özellikle kız çocuklarını okutma kampanyasında simge olmuş İdil, Merkez köyündeydik. Okuldan çıkan önlüklü çocukları katlayan sayılarla evlerden aynı yaşlarda önlüksüz kalabalıkların da bize doğru koşturduklarına tanıklık ettik. İkili eğitim varsayımı ile o çocukların da okul öğrencisi olduklarını düşünürken, köy muhtarı onların nufusa kayıtsız, okula gidemeyen çocuklar olduklarını açıklayıverdi.
Başbakanımız ile Sağlık Bakanımızın “Üç de yetmez, daha çok çocuk, istenmeyenler dahil hamile kalınan tüm çocuklar..” kampanyalarını, kürtaj, sezaryeni Uludere katliamı ile özdeşleştiren vahim suçlamaları ile yasaklı yasa ataklarını, bu kez dindar ve kindar gençlik yetiştirme ataklı olmanın dışında, bir başka biçimde okuma olanağı olmadığı için, bilincime kazınmış bu örnekleri sizlerle paylaşmak istedim. Oysa bilim, çağdaş uygarlık, gelişmişlik kriterlerinde, insan hakları, demokrasinin geçerli olduğu, kadının da haklarının ciddiye alınabildiği ülkelerde, sadece anne-baba için değil devlet için de geçerli tek ölçek, “bakabildiğin kadar çocuk” yetiştirmektir.
***
Her eğitim alabilmiş, doğru dürüst mesleği olan insanın iş bulabildiği bizim kuşaklar döneminde, alın teri ile kazananların insan gibi yetiştirebilecekleri çocuk sayısı bir, iki, bilemediniz üçte kalıyordu. Bugünün koşullarında Türkiye’yi dünya büyükleri arasına sokmakla övünen iktidarlarında, ortalamanın üstünde gelir sahibi anne babaların doğru dürüst bakabilecekleri çocuk sayısı ise en az bir eksiği ile ancak geçerli olabilir.
Sayın Bakan sorularda sıkışınca annesi ölen çocuğa bakacakları havasını basmış. Kusura kalmasınlar ama Devlet Baba, iktidarlarının 10. yılında çocuklara ilişkin tüm sorumluluklarında, sınıfta çakmış konumda. İktidarlarında yüz binlerce öğretmen kadrosuz, eğitim kalitesi, koşulları diplerde. Türkiye eğitim ölçümlemelerinde OECD ülkeleri içinde en geride, hatta dünya ölçeklerinde bile kendinden yoksul pek çok ülkenin gerisinde.
Taze haberler arasında uyuşturucu kullanma yaşının çocuklarımız için 14’e indiği bilgisi vardı. Okullar, çocuklar öylesine sahipsizler ki.. Azılı bir çeteleşme, şiddet gündemde... Çocukları topluma kazandıracak sanat-kültür-sporda devlet öylesine sosyal devlet olmaktan çıkarılmış ki toplumsal, çocukları kucaklayan projeleri, örgütlenmeleri unutun, okullarda temel dersler seçmeliye alınmış; öğretmen, bina koşulları yokluğu bahanesiyle tümden kaldırılmış.. Benim çocukluğumda bile okullarda tiyatro salonları, piyanolar, spor salonları, müzik başta, kültür etkinlikleri eğitimin olmazsa olmaz parçalarıydılar. Şimdi bir tek paralı okullar ya da varsıl bölgelerin okullarında laboratuvarları, eğitim araçlarını görebiliyoruz...
Devletin yasal sorumluluğunu üstlendiği, üstlenmek zorunda olduğu kimsesiz, sokak çocukları, yetiştirme yurtları koşullarına asıl yaramız olan konumlara hiç giremedik. Devletin, bakmadığı, bakamadığı, bir annenin can kazanmadan, evrensel ölçeklerdeki tıbbi durumlara uymuş olarak vazgeçmek zorunda kaldığı çocuğu bile zorla doğurtmak, en büyük devlet suçu değil mi?
Ve aramızda sadece gazetecilik kıdemi ile değil, araştırmacı titizliği ile de önde olan Orhan Erinç’in “işine yarayabilir” uyarısı ile elime tutuşturduğu, “12 Eylül Yasası” diye polemik yapmaya çalıştıkları yasa metninin bütününü, gerekçelerini okuduktan sonra iddia ediyorum ki; zaten ortada, kürtaj özgürlüğü anlamına gelebilecek bir durum söz konusu değil. Tam tersi, yasal düzenlememiz insan haklarının bilimsel, evrensel çerçeveleri ile en çok çocuğu korumayı seçmiş. Keyfi kürtajların her türüne ağır yasaklar, cezalar getirmiş. Annenin kendi bedenine sahip çıkma hakkını ise çocuk öncelikli en alt sınırlarda düzenlemiş.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget