‘Bu ülkeyi İslamlaştıracağız!’ - Nilgün Cerrahoğlu

“İranlaşmak” yazıma okurlardan ayrıntılı yorumlar geldi.
16 Şubat tarihli yazımda “Yazarlar ‘Devletin tepesinde böyle itiş kakış olur mu?’ diye şaşıyor. Niye olmasın? Batı’da olmuyor ama yanı başımızdaki İran’da bu türden itiş kakışlar vakayı adiyeden sayılıyor” demiş, Hamaney ve Ahmedinejad çatışmasından başlayarak İran ve Türk sistemleri arasında -şeriat dışı- paralelliklere dikkat çekmiş; referansımızın Batı yerine gitgide artık İran olmaya başladığını söylemiştim…
Sevgili okurum avukat Muazzez Çörtelek; “Kimsenin değinmediği bir yönden ele almışsınız konuyu” diye yazmış “Sağnak”a ve eklemiş: “Siyaset üzerine düşünenlerin yaptıkları yorumlarda eski bakış açılarını değiştirmedikçe doğru analiz yapmaları mümkün değil. Türkiye otoriter anlayışlarla yönetilmiştir ancak bu kez Batı demokrasilerinin kötü uygulamasından kaynaklanan bir otoriter anlayışla karşı karşıya değiliz.
Otoriter yapının harcı bu kez hukuk dahil, her alandaki İslami referanslar. Öyle olunca, karşısında Batı demokrasilerinin icadı olan muhalefet yaşayamıyor, kendi içindeki çekişmeler ve menfaat çatışmaları ile garip bir didişmenin içinde buluyor toplum kendini.
Bu böyle devam edecektir. Kimse de iktidar içinde bir bölünme ve ayrışma beklemesin. Konuyu işlemeyi sürdüreceğinizi düşünüyorum. Çünkü özellikle bir hukukçu olarak bu yöndeki değerlendirmelerin durumu çok daha iyi anlattığı kanısındayım. Düşüncenize sağlık. Av. Muazzez Çörtelek”
‘Hiç seküler olduk mu?’
Çörtelek’in iletisini aldığım sırada İranlı muhaliflerin “Tehran Bureau” isimli internet gazetesini inceliyordum. Sitede İran’ın devrim öncesi yıllarına ait görüntüler vardı.
Devrimin 33. yıldönümü vesilesiyle siteye yerleştirilen görüntüler altına okur görüşlerine de yer ayrılmıştı. Türkiye’nin 70’lerini andıran İran’ın 70’ler kesitleri için okurlar hararetli bir biçimde “İran’ın o yıllarda seküler bir toplum olup olmadığını” tartışıyordu.
Tartışma aynı Türkiye’de görebileceğimiz gibi okurları bölmüştü.
Bir kesim okur; “70’lerde bu topraklarda yaşanmış olan bir sekülerlikten bahsedenler, ‘derin İran’ı tanımıyor. Sekülerlik denen şey o dönemde Tahran’ın müreffeh semtlerinden öteye gitmiyordu” derken diğerleri bu basmakalıp itirazlara pabuç bırakmıyor, İran’ın pekâlâ o devirde seküler olduğunu iddia ediyordu.
Zerrin adlı bir okur örneğin: “İran 30 yıl önce bal gibi sekülerdi” diye yazmıştı: “Bunu anlamanız için İmam’ınıza bakın kâfi! Humeyni İran’a döner dönmez ne dedi? ‘Biz bu ülkeyi İslamlaştıracağız!’ Zaten İslamcı olan bir ülke neden İslamcılaştırılsın ki? İran o yıllarda da bugünkü denli dinci olmuş olsaydı; Humeyni hiç, ‘Sizi İslamlaştıracağız!’ vaadine gereksinim duyar mıydı?”
Humeyni’nin “Bu ülkeyi İslamlaştıracağız!” vaadini görünce, Başkakan’ın “Dinci (ve ‘kinci’?) nesiller yetiştireceğiz” vaadini andım.
İşte şimdi bu vaatleri yan yana koyun ve Sn. Çörtelek’in işaret ettiği bu defaki “otoriterlik harcının”; Türkiye’nin daha önceki otoriterlik uygulamalarından fark oranının ölçüsünü çıkarın!
‘Aslına rücu etmek’
Muhalafet kavgalarının İran’da -ve giderek Türkiye’de- sadece “iktidar klikleri” arasında ceryan ettiğine değinen “İranlaşmak” yazıma, Orhan Sinanoğlu da bu cephesiyle yaklaşmış: “Aslında Doğu Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyalarına mensup devletlerin ortak özelliği, muhalefet yerine iktidar içindeki unsurların rekabetidir” diyor Sinanoğlu: “TC hep böyleydi aslında. Başlangıçta; tek adam Atatürk varken CHP içinde aykırı güçlerin sesi sinek vızıltısı gibi kalıyordu. Ama çok partili döneme geçince CHP içindeki ayrılıkçılar, muhalifler Demokrat Parti’yi kurdu. Siyasi partiler Batı’da bir başka partinin bünyesinden doğmaz, sosyal demokratı, Hıristiyan demokratı hepsi kurumsallaşmış yapılardır ve birer okuldur. Şimdi kullandığı dini sembollerle ve etkili söylemleriyle, sade vatandaşın idolü olmuş bir Başbakan’ın dönüştürdüğü tek parti ikliminde de yine o Ortadoğulu ve Doğu Akdenizli aslımıza rücu ediyoruz bir bakıma. Maalesef, kurumsallaşmış siyasi partilerin oluşmasına izin verecek halk dokusu bizde de ve İran’da da yok!” diyor.
Batı demokrasilerinin özü evet tabii muhalefetin her çeşit örgütlenmesine, hiçbir engel çıkarmaksızın (düşünce – fikir özgürlükleri, partileşme, sendikalar vs…) olanak tanımak…
Türkiye’de muhalefet çok partili döneme geçişten bu yana, yalnız yerleşik düzen tarafından kaba kalın kırmızı çizgilerle çizilen bir dar alanda var olageldi. Ancak ne var ki bugün bir yandan din referansları öne çıkarken diğer yandan o “kalın hatlar içindeki muhalefet alanının” da daraldığını/yok olduğunu görüyoruz.
Kılıçdaroğlu için sözgelimi fezleke hazırlanabiliyor.
Dokunulmazlığının kaldırılmasından söz edilebiliyor.
Askeri vesayet dönemi dışında, böyle bir olay çok partili demokraside hiç yaşandı mı?
Gelin şimdi İran’laşmaktan bahsetmeyin.
2009 cumhurbaşkanlığı seçiminde Ahmedinejad’a rakip çıkan muhalefet adaylarının hepsi İran’da o gün bugün ev hapsinde tutuluyor.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget