Umutlarımız, özlemlerimiz, tutkularımız, sevinçlerimiz darmadağın oluyor farkında mısınız?
Ilgının en yüksek sürgününe doğru yol alırken, ölümler gelir aklımıza, çocuksu haykırışlar, bir ananın, eşin, babanın çığlığı...
Dağınık bir ufukta aradığımız ne bizim, toplum olarak?
Sevgimizi yücelten, alaca bir şafakta umutlarımızı yeşerten ne?
Bilmiyoruz!
Ölüm haberlerine alıştık artık...
Bayramda yollarda 280 insanımızı yitirdik, 400’ün üzerinde yaralı verdik.
Soluğumuz kesildi mi, öfkeli bir beyaz gecede umutlarımızı geriye alabildik mi?
Bir sonbahar akşamında havanın yarılışını izlerken, çekingen ve insancıl görüntüler gölge gibiydiler nedense.
***
Sözü edilir mi otların arasında su gibi ilerlemenin?
Sözü edilmez ölümlerin...
Hrant Dink cinayetinin, Malatya Zirve Yayınevi katliamının, Uğur Mumcu’nun, Musa Anter’in, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Mehmet Sincar’ın sözü edilmez.
Tetikçiler bulunur, “büyük patron” olup bitenleri kıs kıs gülerek seyreder.
Ergenekon, Almanya Deniz Feneri e.V., Balyoz, şu bu... Cumhuriyet’e atılan bombalar, kanlı Danıştay saldırısını yapan Alparslan Arslan...
Her faili belli cinayeti Ergenekon’a bağla ve işin içinden sıyrıl...
Tutukla Balbay’ı, Özkan’ı, Soner’i, Doğan’ı, Hikmet Çiçek’i, Ahmet’i, Nedim’i, Barış’ı, Deniz’i; koy onları İbrahim Şahin’le, Veli Küçük’le aynı torbaya, vur vurabildiğin kadar Cumhuriyet’e, rahatla.
***
Bu olayların iki boyutu var... Bir siyasi, iki hukuki...
Darbeler dönemi bitti...
Bitti de; bir teğmen, binbaşı, yarbay, albay, komutanı emir verirse andıç hazırlar, planlar hazırlar...
Emekli Kurmay Albay Kemal Dinçer Balyoz davasında ne demişti savunmasını yaparken:
“Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytan değil midir? Dilsiz şeytan olmaya değer mi?”
Yargıç Ali Efendi Peksak, Dinçer’e sormuştu:
“Kim bu dilsiz şeytanlar?”
Dinçer:
“Dönemin Genelkurmay Başkanı (Hilmi Özkök), Kara Kuvvetleri Komutanı (Aytaç Yalman), Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı (İlker Başbuğ) gibi komutanları kastettim. Bir şey biliyorlarsa gelip anlatsınlar.”
O emekli ya da muvazzaf kurmay yarbayların, albayların özgürlüklerini yok eden komutanlar nedense konuşmuyor.
“Ben buyruk verdim bu andıçların, internet sitelerinin hazırlanması için!”
Hilmi Özkök susuyor, Büyükanıt zaten hiç konuşmuyor, Aytaç Yalman ortalıklarda gözükmüyor...
İkinci Ergenekon davası “darbe içerikli” değil miydi?
Peki bu darbeyi kim yapacaktı?
Balbay mı, Özkan mı, kim? Yoksa teğmenler mi?
Askeri darbelere karşı çıkarken, sivil darbeler yapılıyor, nedense görmüyoruz...
Medyamız son üç dört aydır çevreci oldu... Oh ne güzel... Çevre haberleri izliyoruz her gece...
***
Bir AKP sözcüsünün “CHP’nin genlerinde Baas var” demesini önceki gün televizyon kanallarının tümünde tam 20 kez verdiler evirip çevirip.
İstersen verme!
Patronu ham yaparlar sonra...
Almanya Deniz Feneri e.V’yi görmezden geleceksin...
Neden mi?
Çünkü dokunursan yanarsın!
Hemen yafta hazırdır, yapıştıracakları:
“Ergenekoncu, Balyozcu!”
Yandaşlık, candaşlık, dindaşlık tam anlamıyla yalakalığa dönüştü.
İsrail’e rest çekmelerini eleştirdin mi, Suriye’deki mezhep çatışmasını yazıp söyledin mi de yafta hazır:
“Bunlar Alevi!”
***
Bakıyorum bunu söyleyenler, televizyonlarda sapına kadar demokrat ve özgürlükçü...
Hadi canım sen de!
Cumhuriyet değerlerini, aydınlanma devrimini savunmak, sermaye-emek çelişkisini ortaya koymak bu ülkede suç artık...
Yargı siyasetin egemenliğinde...
Deniz Feneri davasının savcıları soruşturmada... YARSAV Başkanı Murat Arslan ise kaygılı...
Ne diyor:
“Siyasal iktidar yargıya müdahale ediyor... Kaygılarımızı güçlendirecek bir süreç yaşıyoruz...”
Aynen öyle...
***
Yine bir sonbahar sabahı... Yine acılar, hüzünler...
Güz güneşine bağlanmış çocuklar yarınlarımızın umudu olabilirler mi acaba?
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder