“Tarih beni aklayacaktır” anlamına gelen bu sözün 20. yüzyıldaki en ünlü kullanılışı, Küba mahkemesinde devrimci Fidel Castro tarafından olmuştu.
Bilmiyorum. Castro gibi hukuk eğitimi görmüş olan Rauf Denktaş da, 2005 seçimlerini kaybedip, 24 Nisan’da görevini Mehmet Ali Talat’a devrederken, aynı tümceyi, telaffuz etmese bile, aklından geçirmiş midir?
Denktaş daha o gün, Kıbrıs davasının efsanevi lideri olarak tarih sahnesinden çekilirken, geride o alanda mücadeleyle geçmiş 58 yıl bırakıyordu.
Genç Rauf Denktaş, daha 1947 yılında Fazıl Küçük’ün yanında Kıbrıs davasında Türklerin görüşünü savunan önderlerden biri olarak sahneye çıkıyor ve tüm yaşamını bu mücadeleye hasrediyordu.
Bu tür mücadele yaşamlarının inişleri gibi çıkışları da vardır.
Denktaş’ın yaşamının zirvesi kuşkusuz 20 Temmuz 1974 günüydü.
Gerçi o günün parlayan yıldızı Denktaş’tan çok, “Barış Harekâtı”nın siyasi kararını veren o zamanın Türkiye Başbakanı Ecevit idi. Ama başta Bülent Bey’in kendisi de olmak üzere, herkes Kıbrıs’ta ENOSİS’e teslim olunmamış olmasında Denktaş’ın çok büyük payının yadsınamayacağını kabul etmekteydi.
Denktaş azim ve iradesiyle, lider adaylarına örnek olacak tarihi bir kişilikti.
***
Ne var ki, Rauf Denktaş’ın azmi ve iradesi onu tek başına zafere taşımaya yeten etkenler değildi.
Onun davasını zafere ulaştırabilmesi için mutlaka suyun ötesindeki anavatanın ve politikacılarının desteğine ihtiyacı vardı. Onu da kimi zaman elde etti, kimi zaman edemedi.
İç politikadaki çizgisinin sağcı olmasına karşın, o en büyük desteği sosyal demokrat Bülent Ecevit’ten gördü.
Ama “Barış Harekâtı” ile ENOSİS’e teslim olmamayı başarabilmiş olan Bülent Ecevit gibi, bu olguda büyük katkısı olan Rauf Denktaş da savaşarak “teslim olmamayı” becerdikleri halde, barışı sağlamakta aynı başarıyı gösterememişlerdi.
Bunda esas suçun uzlaşmaz Rum tarafında olduğu da artık herkesçe anlaşılmakta.
Kıbrıs sorununun, iki eşit topluluğun iki eşit kurucu iradesiyle oluşturacakları, Türklerin azınlık haklarıyla sınırlı kalmayıp, eşit taraf olacakları bir formülle çözüleceğini söyleyen Denktaş’ın, çeşitli etiketler altında sunulan Türklerin Rum sultası altında azınlık statüsü içinde eritilmesi çözümüne inatla ayak diremesini, Rum tarafı uluslararası camiada uzlaşmazlık damgasıyla damgalatmayı iyi becerecekti.
Ama yine de Denktaş’ı ve hakkaniyete uygun çözümü en fazla baltalayanlar, Rumlardan fazla zaman zaman Ankara olmuştur ne yazık ki…
***
Kıbrıs sorununun bugün bulunduğu noktada düğümlenmesinde gerçekten, Ankara’nın zaman zaman aymazlığa varan tutumunun büyük rolü olmuştur.
Haklarına sahip olmadan vecibeleri yüklenilen bir “Gümrük Birliği”ne girme uğruna, AB’nin ilkelerine de aykırı olan Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Birliğe alınmasına, geçerliliği olmadığı kısa zamanda anlaşılacak, sözlü güvencelere kanarak yeşil ışık yakmaktaki isabeti kavramak, dün olduğu gibi bugün için de güçtür.
Hele hele, bütün bunların üstüne, barışı getirecek, Türkiye’yi Avrupa’ya taşıyacak lider unvanı kazanacağı ham hayaline kapılanların, çıkıp da politikayı değiştireceğini söylerken, kendi ayaklarına kurşun sıkar gibi, “Çözümsüzlük çözüm değildir” demeleri, aklın alacağı bir davranış değildi.
“Çözümsüzlük çözüm değildir” derken Denktaş’ı kastedenler ve onu ekarte edip, yerine Mehmet Ali Talat’ı getirenlerin politikalarının yanlışlığını yüzlerine vurmak işi de Denktaş’a değil de, kendileri için birçok avantajı içermesine karşın Annan Planı’nı reddeden, o günden bu yana da müzakere masasında en ufak bir esneklik göstermeyen Rum tarafına düştü.
Ama o ya da bu şekilde, Rauf Denktaş daha hayattayken, tarihin kendisini akladığını herkesle birlikte gördü.
Bütün yaşamını davasına adamış bir lider için bu da az bir mazhariyet olmasa gerek.
Ali Sirmen/Cumhuriyet
Yorum Gönder