Bu ülkede kadın ve çocuklara yapılan saldırılara, tecavüz ve cinayetlere “şiddet” demeye kimsenin hakkı yok artık.. Bu “mağara devri” saldırılarına, kendi öz babalarının-ağabeylerinin bile “tecavüz ve katletme” olaylarına “vahşet, dehşet, canavar saldırısı” gibi tanımlar kullanmak gerekiyor. Ve işin enteresan tarafı örneğin “Suriye’de devlet başkanı kendi vatandaşlarını öldürüyor” diye ona her türlü yaptırımı düşünmemize rağmen “bizim kendi vatandaşlarımızın savaş kayıplarını aratmayacak şekilde işkence görmesi veya katledilmesi” nedense Suriye kadar ciddiye alınmıyor.
İzleyin haberleri İngiltere’de, Almanya’da veya başka bir ülkede işlenen kadın cinayetlerinin arkasından bile Türkler çıkıyor. Son duyduğumuz olaylardan biri birkaç ay önce evlenen ve İngiltere’de Türk eşi Ensar Göl tarafından bıçaklanarak öldürülen Michala.. Ve annesi.. Üstelik kadıncağız yeni evliliği nedeniyle çok mutlu olduğunu da yazmış. Arkasından “eşinden ayrılmak istediği için 8 aylık hamile ablasını öldüren katil kardeş geldi.
TOPLU TECAVÜZ, CİNAYET HEP TÜRKİYE’DE..
Bu “eşini, sevgilisini, nişanlısını, ablasını” öldüren adamların bir şekilde geçmişten gelen bir psikolojik hastalığı da olmalı. Yoksa Ensar Göl örneğinde olduğu gibi insan isteyerek evlendiği bir kadını (veya çocuklarının annesi olan, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu bir kadını) nasıl öldürebilir ve bu vahşetin arkasından kameralara nasıl gülümseyebilir? Artık sorulması gereken soru şu; neden bu kadın cinayetleri arka arkaya Türkler tarafından işleniyor, neden kadın ve çocuklara tecavüz, hatta korkunç toplu tecavüzler hep Türkiye’de oluyor (son olay dün basında yer aldı; bir kız çocuğa 23 canavar sapığın tecavüzü) şimdiye kadar sosyologlar, psikologlar çoktan ortaya bir analiz ve çözüm koymalılardı.
Bir de “töre” belası var ülke kadınlarının başında, Bitlis’te yaşayan Demet Toprak, çocuklarının velayetini almak istedi diye, ölen eşinin yakınlarından 20 kişinin (kayınpeder de amcası üstelik) zavallı kadıncağıza nasıl saldırdığını gördük. 14 yaşında, henüz çocuk yaşta evlendirmişler, amca ve kızın ailesi bu nedenle de suçlu. Ve bütün bu olaylarda “KADININ ÇARESİZLİĞİ” apaşikar ortada.
ENSEST OLAYLARI GİZLENEMEZ!
Evlendikleri veya ilişkileri olan erkekler tarafından (şiddet kelimesi yetersiz) dehşet saldırılarla karşılaşan kadınlar yıllar boyu korku nedeniyle, tehditler altında susuyorlar. Bıçak kemiğe dayandığında korunmak veya çözüm için yargıya başvuruyorlar ama bu defa da “kesin öldürülme korkusu” ortaya çıkıyor ki işte Demet Toprak olayındaki toplu saldırı bunun sadece bir örneği. Eski kocaları tarafından canice saldırılarla öldürülen sayısız kadın da diğer örnekler..
Ama aynen (gencecik Sinem Yalçın olayı ve benzerleri gibi) aleni trafik suçlarında bile gerekli cezayı vermeyen yargı “adeta suçlulara yardımcı olarak” suça da destek vererek benzer ölümleri arttırıyor ve kadına karşı şiddette olsun, “çocuk tecavüzü-dayağı-cinayeti” olaylarında olsun kesinkes mahkum edilmesi gereken kişileri de serbest bırakıyor. Bir de bugüne kadar gizlenmiş, ağza alınmamış, ancak “mağara devri”nde görülebilecek “ensest” olayları var ki Türkiye’de sayısı çok fazla ve anneler inanılmaz derecede çaresiz.
Ben bugüne kadar yazılarımda, yaptığımız aktif eylemlerde, TV kanallarındaki konuşmalarımızda “ensest”i hiç unutmadım, hep dile getirdim ama bundan sonra “bir çözüm sağlanana, devlet bu büyük soruna el atıp ‘kendi öz aile fertlerinin tecavüzüne uğrayan çocukları kurtarana, suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlayana’ kadar” devamlı gündemde tutma kararındayım. Bunları yazar yazmaz “evlatlarını öz babalarının insanlık dışı saldırılarından korumaya çalışan” çaresiz annelerden telefon ve e-posta yağıyor. (Devam edecek.)
Medyayı bitiren son nokta!
Onlarca yıldır yazıp duruyoruz ya “Bu ülkede en az 40-50 yıl hapis cezası alması gereken katiller, çocuk tecavüzcüleri cezalandırılmıyor, hepsi ikinci gün serbest bırakılıyor, bu nasıl hukuk” diye işte şimdi duyuyoruz ki onlara verilmeyen ceza “yazdıkları kitaplar nedeniyle” gazetecilere verilmek isteniyor.
Örneğin Nedim Şener, Ahmet Şık ve Soner Yalçın için 15 yıla kadar hapis istemi var. Bir internet sitesinin sahibi olduğu veya öyle ya da böyle “siyasi kitap” yazdığı için, çoluk çocuk, aile sahibi, bugüne kadar adı bir suçla anılmamış, ülkenin tanınmış ve bazısı uluslar arası ödül sahibi gazetecilerinin “7.5 yıldan 15 yıla kadar hapsinin” istenmesi insanın kanını donduracak kadar inanılmaz bir olay.. Referandumdan sonra acilen tüm üyeleri değiştirilen HSYK nedeniyle artık yargı bağımsızlığına güven büyük ölçüde ortadan kalkmış olsa da tek bir yargı var ve “ADALET”in oradan çıkması gerekiyor. Ona güvenmekten başka çare yok ama bu durumda nasıl olacak?
İRTİBAT VE ÖRGÜTSEL DOKÜMAN!
Oda TV’nin “gazetecilerin özel yaşamıyla ilgili” yalan-yanlış haber yapması ve sonradan özür dilemesi başka bir olay. O da ciddi bir suç ve cezası neyse verilmelidir, asla tekrarlanmamalıdır ama bununla “Ergenekon terör örgütüne yardım etmek” gibi bir iddia arasında bağlantı kurulabilir mi?
Veya “şu şahsın şüphelilerle irtibatı olduğu anlaşıldı” denerek.. “Örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda yayın yapıldı” denerek.. “Bazı kanal ve gazeteleri yönlendirdiler” denerek.. Yazdıkları kitaplara “örgütsel doküman kabul edildi” denerek gazetecilerin hayatından seneler çalınabilir mi? Bin tane kitap yazılsa, yayın yapılsa insanlarda doğru değerlendirme yapacak akıl fikir yok mu, bu halka da güvensizlik değil midir? Söylenen iki üç kanal dışındaki 20-30 kanal gün boyu “hoşa giden” yayınlar yapmıyor muydu?
Eğer iddia edilen yayınlarda somut suç unsuru var idiyse zaten RTÜK ve yargı hemen o zaman müdahale ederdi, neden etmemişler? “Genel seçimler öncesi ülke gündemini ‘bir kitapla’ etkilemeyi düşündüler” diye suç olur mu?
MEDYA KALDIRILSIN
“Olur”sa, o zaman bu ülkede gazete, TV haberi, internet haber sitesi gibi iletişim araçları artık kullanılmamalı, bunlar toptan kaldırılmalıdır. Çünkü bir gün, bir iddianame de; gazete yazıları, haberleri, TV haberleri için “örgüt dokümanıdır, yönlendirme yaptı” suçlamalarıyla hazırlanabilir. Bu nedenle de artık hiçbir gazetecinin “özgürce” yazması, konuşması, yorum yapması mümkün değildir. Ancak “mış gibi” yapar, öyle görünerek zevahiri kurtarır.
Bu gazetecilere o söylenen cezaların verilmesi bence gerçekten “Türkiye’de basın özgürlüğünü, medyayı, dolayısıyla demokrasiyi bitiren son nokta” olacaktır!
Ruhat Mengi/VATAN
Yorum Gönder