Sonbahar güneşinin altında yürüyen adsız çocukları düşünüyorum yine… Bedenlerin gölgesinde gibi, açan yaprakların altında.
Var olmadığım tarihler, dünler ve yarınlar…
Kayıp bir hava, bir esinti.
Öylesine bunalmışım ki, kayıp kentleri arıyorum düşlerimde…
Belli belirsiz patikalarda ilerlerken, kaybolmuş bir evin duvarlarına bakıp, taşların özgürlüğünü görüyorum.
Yüzlerimizin yarısı dolu yüzler, kapanmış gözler… Umutlar, unuttuğumuz şiirler, türküler, şarkılar.
Bir ateş yanıyor çok uzaklarda… Titrek bir ışık süzülüyor gökyüzüne…
Uykunun ellerimize dokunduğu saatlerde büyümemiş çocuklara masallar anlatıyorum.
Bizi aydınlıktan ayıran şeyi… Kanadı kırık bir kuşu, yakılan ormanlarımızı, kirlenen ırmaklarımızı ve göllerimizi…
Sonu gelmeyen o yolculuğu, ölen çocuklarımızı, kahramanlarımızı…
***
Maraş’ta askerlik yapan Eren Özel’i…
İntihar mı etti yoksa kaza sonucu mu öldü Eren…
Er Eren Özel’in kuzeni, “Biz Malatyalıyız… Hem Kürt hem Aleviyiz… Eren’in babası 20 yıldır Edirne F tipi Cezaevi’nde tutuklu” deyip anlatıyor:
“Eren, bir gece önce ailesiyle konuşmuş, iyi olduğunu söylemiş… Sabah ise ölüm haberini almış annesi…”
Eren’in ailesi bu ölüme kuşkuyla bakıyor…
Bir toplum kuşkuyla, korkuyla yaşıyor benim ülkemde…
Yurdumun insanı bir türlü gözlerini açmıyor neler olup bittiğini görmek için.
Köşeye sıkışmış, çivilenmiş bir toplum mu olduk yoksa?
Yıllardır bu düşünce sarmalında yaşıyorum…
***
Işıltılı güz sabahında Abdülvahap El Beyati’nin “Fırtına” şiiri geliyor aklıma…
Mırıldanmaya başlıyorum:
“Öldüremeyeceksiniz beni
Kaçıramayacaksınız
Işığından güneşin
Ne de şiir söyleme sevincinden
………
Kuramayacaksınız darağacını
Aşka şiire güle karşı
Yıkamayacaksınız sarayını düşlerimin
korkutamayacak zincirleriniz küçük çocuklarını ülkemin
Kirletemeyeceksiniz sanatın surlarını
……….
Ancak karşınızda
Küllerin ölümün tanburlarını bulacaksınız
……….
Hayatım
Uzatıyor kollarını ışığa doğru
……….
Geriye uşaklar
Dönünüz geldiğiniz yere”
***
Iraklı şairin dizelerinde Nâzım’ı buluyorum….
“Özlem Kuşu can yoldaşım ölünceye dek / Gençliğim son aşkım / Kuşumdu, yoldaşımdı özlem…”
Elimin ve yüreğimin titreyişi…
Bak, penceremin dışında karşı sokakta kilisenin bakır damında güvercinler kanat çırpıyor.
Bak güneş nasıl ısıtıyor insanı…
Haydi haykır ve gözlerini aç, olup bitenleri gör!
Başkası çeksin acıların çilesini, mazlum ülkeler değil… Yaşam sevinci bizim olsun, Güney’in varsıl ülkelerinin değil.
Açan güz gülleri yüreğimizin yatağı olsun menekşelerle birlikte…
Nicedir katılaşmış yüreklerimiz çiçeklensin!
Güneşin kucakladığı o soğuk dallarda, bir yaşam oluşsun, alın terimizin karşılığı ayrılık olmasın.
***
Gördüğüm ve sustuğum korkutmasın seni Jaques Dupin’in dizelerinde avunurken… Gel Ahmed Arif’i anlatayım sana, Oktay Rifat’ı, Turgut Uyar’ı, Hasan Hüseyin’i…
“Vurulmuşum
Düşüm gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
………
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki”
***
Adsız çocukları düşünüyorum… Yalın bir ışık altında…
Dostluklar, sevgi, aşk, umut kayalıklar altında kalmış, gördünüz mü?
O zaman açın gözlerinizi bir bakın çevrenize!
Yazıma noktayı koyarken Zeynep Göğüş’e “Cumhuriyet’e hoş geldin” diyorum.
İyi ki geldin!..
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder