Terörün yeniden azgınlaşması ve alınacak önlemlerin tartışılmaya başlanmasıyla birlikte sık sorulan
sorulardan biri şu:
Yeniden 1990’lara mı dönüyoruz?
Soru, içinde her şeyi barındırıyor.
Ankara’nın gerilimini…
Terör örgütünün meydan okuma densizliğini…
Güneydoğu’dan gelen şehit cenazelerini…
Toplumun “vatan sağ olsun” duygusuyla, “bu cenaze son olsun” dileği arasındaki arayışını…
Güvenlik güçlerinin kararlılık gösterisi yarışını…
20 yıl aradan sonra birbirine çok benzeyen iki tablo!
Elbette kimi dönemsel farklılıklar var ama; 1990’ların başındaki “çözüme yakınlık” umuduyla “şiddetin yükselişi” arasında yaşanan gitgeli bugün de görmüyor muyuz?
***
Hükümet ve çevresi bu tartışmayı tümüyle reddediyor, “Bunun sözünü bile etmeyin. Bugün inisiyatif tümüyle bizim elimizde. Bu sorunu kökünden çözeceğiz. Bizim kararlılığımız hiçbir döneme benzemez” diyor.
Biraz kara mizah ama, bu sözler bile o döneme benziyor.
1990’ların başında pek çok kilometre taşı var. O dönemi gazeteci olarak çok yakından izlemiş, yaşamış bir kişi gözüyle söylemek gerekirse, bence o kilometre taşlarından biri Güneydoğu’dan seçilen milletvekillerinin daha yemin töreninin ardından Meclis dışı kalmasıydı.
O dönem SHP listelerinden seçilip HEP çatısı altında bir araya gelen milletvekilleri, Meclis’i “çözüm yeri” olarak değil, “kendilerini kanıtlama yeri” olarak gördüler. “Türkiye’de Kürtler vardır”ı, “onlar özgür iradeleriyle burada temsil edilmektedir’i parlamentodan haykıracaklardı, dünya âlem bunu duyacaktı.
Buna karşılık dönemin başbakanı da teröre ödün vermemeyi, terör örgütüne anladığı dilden cevap vermeyi siyaset yapma yöntemi olarak seçti. Bunun gereğini yerine getirmek için de güvenlik güçlerine yaslandı, istedikleri desteği verdi.
Sonrası malum…
Durumun, gazetelerin haber merkezleri açısından görünümünü şöyle özetleyebilirim:
Redaktör muhabirlerden birinin görevi, her akşamüzeri şehit haberlerini toplayıp tek haber haline getirmekti. Şehit sayısı 10’un altında ise iç sayfalarda, 10 civarında ise birinci sayfada olurdu. 15’in üzerine çıkarsa manşete taşınırdı ama başlık, bir alışmışlığı da içerirdi: “Terör yine azdı!”
Keşke, 1991’deki o Meclis zeminine bütün taraflar gerçekçi olarak sarılabilseydi.
***
Aradan 20 yıl geçti.
Yukarıdaki cümlenin sadece zaman bölümünü çıkarıp, şöyle desek:
Keşke Meclis zeminine bütün taraflar gerçekçi olarak sarılabilse!
Sağduyu sahibi kesimlerin 1 Ekim 2011’de başlayacak yeni dönemden beklentisi bu değil mi?
HEP’in yerine bugün BDP var. Selahattin Demirtaş’ın bütün Türkiye’ye hitap etmek gerektiğini düşündüğü zaman yaptığı konuşmayla, oturduğu koltuğu koruması gerektiğini düşündüğü zaman yaptığı konuşma arasında Kandil’den Kaz Dağları’na kadar fark var!
Çiller’in yerine Erdoğan var. Çiller attığı her adımı devlet kurumlarına dayanarak atmıştı. Erdoğan ise hem terörü bitirmek hem de geleneksel devlet kurumlarını bitirmek istiyor.
İki yıldır devletin en üst katlarından, hükümet saflarından dönem dönem şu sözü işittik:
“Çözüme hiç bu kadar yakın olmamıştık… Aman bu fırsat kaçmasın!”
Şimdi neye yakınız?
Herkes Edirneli şehit babası Ercan Kerman’ın sözlerini bir kez daha okumalı, sorumlular dersler çıkarmalı.
Bu kanın durması gerekiyor… Bunun için tek bir reçete yok…
Ama kanın nasıl durmayacağını yıllardır yaşıyoruz.
Kanı, kanla durdurmak olanaksız.
Baştaki sorunun yanıtı da ortada.
1991 -2011…
Elde var terör…
Elde var Meclis tartışması…
Mustafa Balbay/Cumhuriyet
Yorum Gönder