11 Eylül bilançosu üzerindeki yazılarım için bir okurum, “ABD’nin çökeceğine ilişkin değerlendirmeleri fazla ciddiye almamanızı öneririm” demiş.
Bu “öneri” karşısında aklıma, soğuk savaş dönemi ve soğuk savaş siyasetinin sona erdiğini kabullenmemizin ne kadar uzun zaman almış olduğu geldi…
90’lı yılların tamamını bu gerçekle yüzleşmeyi erteleyerek geçirdik.
Umarım “ABD’nin sonbaharını” da kayda geçmek konusunda bir o kadar çok zaman kaybetmeyiz.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Son İsrail-Türkiye gerginliğine bakın…
“Süper gücün” bölge üzerindeki nüfuzunda hatırı sayılır bir etki kaybı olmasa, Ankara-Tel Aviv krizi bu noktalara dek tırmanır mıydı? Washington buna göz yumar mıydı?
Gerçek şu ki dünyanın jandarması ABD, artık jandarmalık yapamıyor.
Tabiri caizse kendi paçasını toplamakta zorluk çekiyor.
2000’lere “Yeni Amerikan Yüzyılı” afra tafrasıyla giren Washington; 21. yüzyılın “hasta adamı olmaktan” kurtulmanın yollarını arıyor.
Yüzyılın ilk on yılını arkada bıraktık bile…
Washington bugün, Irak ve Afganistan’da girdiği bataklıklar, görülmemiş borç yükü, işsizlik sorunları ve inandırıcılık kaybı ile cebelleşiyor.
Nereden nereye…
Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, “karanlıklar prensi” Richard Perle ve neo-con takımının “büyük hegemonya projelerini” hatırlayın…
Sanki başka bir çağda kalmış gibi…
Oysa yalnız bundan on yıl önce, bu yüzyılın başındaydı…
W. Bush, Florida’da oyların şaibeli sayımıyla aldığı seçimlerle henüz yeni başkan olmuştu…
“Amerikan Yüzyılı Projesi” takımı yeni başkanla, dünyayı ABD’nin imajına göre yeniden şekillendirecekti…
11 Eylül bu yolda mükemmel bir “bahane” sundu. 11 Eylül saldırısı ardından 24 saat geçmeden “teröre karşı savaş” ilan edildi. Afganistan’da “teröre karşı savaş” adı altında başlayan askeri sefer; yalan dolanla tezgâhlanan 2003’teki Irak işgaliyle dört kol çengi bir “emperyalizm savaşına” dönüştü.
Çöküş nerede başladı?
ABD’nin “çöküş serüveni” tam nerede, ne zaman başladı?
Çöküşe ilişkin sorulması gereken bir soru varsa o da bu…
Bu konuda değişik değerlendirmeler var…
Kimine göre, II. Bush’u başkanlığa getiren 2000 yılının şaibeli seçimleri çöküşün bizatihi başlangıcıydı. George W. Bush; başkanlığı Clinton’dan devraldığında ABD zaten dekadansa girmişti.
Bazılarına göre ise süreç “Irak yalanları” ile fitillendi…
O dönemde, ABD’nin “soft power”ını oluşturan tüm değerler ayak altına alındı. Özgürlüklerin kıblesi olduğu varsayılan ülkede “embedded gazetecilikle” medya sindirildi. Aydınlar pıstırıldı. Savaşla eşzamanlı olarak çıkarılan “Patriot Act” (Yurtseverlik Yasası) sayesinde McCarthy dönemini aratmayan “cadı avları” başlatıldı. Hukuk devletinin baş dayanağı “habeas corpus” (masuniyet ilkesi) tarih oldu. Kişisel özgürlükler kısıldı.
Ortaya Ebu Greyb rezaletleri; CIA’nın gizli sorgu, işkence uçakları döküldü ve Costa Gavras’ın “Missing” filmine rahmet okutan senaryoların yaşama geçirildiği öğrenildi. “Küresel Örümcek Ağı” planına dahil edilen ülkelerde cirit atan CIA ajanları; işi, yabancı ülkelerde yol ortasından Washington hesabına adam kaçırmaya dek vardırdı…
‘Lehman Brothers’ iflası dönüm noktası
11 Eylül’ün ardından geçen üç dört yılda yaşanan bu olaylar; ABD’nin dünya çapındaki imajına ağır hasar vermiş, “inandırıcılığını” yok etmişti.
Bunlar yetmezmiş gibi, 2008’de üstüne bir de bir finans krizi ve “Lehman Brothers” iflası yaşandı.
Olaya salt ekonomi açısından yaklaşanlar için ABD’nin çöküşü; 11 Eylül ya da Irak’ta değil.. “Lehman Brothers”ın iflas bayrağını çektiği 15 Eylül 2008 tarihinde devreye girmişti.
Üç trilyon dolara mal olan Afganistan, Irak savaşlarının ekonomik bilançolarına, Wall Street’in hiç çökmeyecek sanılan kalelerinden birinin yıkımı da eklenmişti…
Giderek reel ekonomiyi de etkisi altına alan finans kriziyle birlikte, ABD 30’lı yıllardan bu yana yaşanan en büyük ekonomik daralmanın içine girdi.
Obama, bu çok yönlü “kriz” ortamında; “Yes we can!/Başarabiliriz” vaadiyle başkanlığa geldi. Ama şimdiye dek, bu yuvarlanışı durdurmayı başarabileceğine dair hiçbir somut umut işareti vermedi…
Önümüzdeki seçim yılı 2012’de Obama’nın yerine birbirinden dehşetengiz “Tea Party” adaylarından biri başkanlığa yükselirse, ABD’nin girdiği bu karanlık döngüden çıkması büsbütün güçleşecek.
Fasit daireyi ABD’de kim, nasıl kıracak? Kırabilecek mi?
Halihazırda cevabı aranan soru bu.
Doğrudur. ABD, dünyanın hâlâ tartışmasız en büyük askeri gücüdür.
Ama “topraklarında güneş batmayan” Büyük Britanya İmparatorluğu da çöküşe geçtiğinde dünyanın bir numaralı gücüydü.
Nilgün Cerrahoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder