Kur’an ahlakı, Hz. Muhammed’in, Kur’an’ı yaşamasından doğan ahlaktır. Hz. Âişe’ye “Bize Peygamberimizin ahlakından bahseder misiniz?” dediklerinde o, şöyle demiştir: “Onun ahlakını tanımak için gidin Kur’an’ı okuyun; onun ahlakı Kur’an’ı yaşamaktan ibaretti.” O halde, onun sünneti de Kur’an’ın içindedir.
Sünneti Kur’an’da değil de Arap örflerinde arayanlar asırlardır hüsran gayyasında debelenmekteler.
Evet, Hz. Peygamber, Kur’an’ın yaşayan modelidir. İslam düşünürlerinin kullandıkları bir deyimle, o, yaşayan Kur’an’dır. Bu gerçeğe işaret ederken o, şöyle buyurmaktadır: “Ben, ahlak güzelliklerini tamamlamak için gönderildim.”
Aslında her Kur’an mümini bir ‘yaşayan Kur’an’ olmalıdır.
Kur’an ahlakının en önemli niteliği, Allah ile beraberlik şuuruna ulaşmaktır. Bu Kur’an gerçeği, yine Hz. Peygamber tarafından, ünlü Cibril hadisinde şu şekilde ifadeye konmuştur: “Her an, Allah’ı görüyormuşsun gibi hareket et. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.” Çünkü “O, insana şah damarından daha yakındır.” (Kaf suresi, 7) Ve O, “Her nerede olursanız olun, O sizinledir.” (Hadîd suresi, 4)
Bu beraberlik, insanın ‘ilahlaşma’sı değildir ama ‘ilahîleşme’sidir. (bk. Âli İmran, 79)
Kur’an ahlakının ikinci temel niteliği, hayırda eylem olarak karşımıza çıkar. Kur’an ve Hz. Muhammed öğretisi; insanın, şerde hareketsiz kalmasını yeterli görmemektedir. Şerde faal olmamak, kemal noktası değildir. Kemal noktası, şöyle formüllendirilmiştir: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.”
Hayırda aktivite, diğer adıyla insanlığa hizmet, Peygamber’in eşsiz beyanıyla, “halka hizmettir.” Halk, Allah’ın kulları anlamındadır. Tasavvufta, bu incelik şöyle dile getirilir: “Halka hizmetle Hakk’a hizmeti birleştirmek Muhammedî ahlakın özüdür.” Allah’ın kullarına sevgi ve hizmetle Allah’a sevgi ve hizmet birleştirilmeden olgunluk elde edilemez.
Hayırda faal olmanın çilesi, karşılıksız değildir. Sözünü ettiğimiz noktaya gelenlere Kur’an’ın bahşettiği bir sonsuzluk armağanı vardır: İnsanın tüm davranış ve düşüncelerinin ibadet oluşu. Hayat yolunu, bahsettiğimiz ölçüler içinde ve o niyetle yürüyenlerin, türküleriyle ibadetleri birleşir ve soluyuşlarından adım atışlarına kadar her şeyleri ibadet olur. İş o hale gelir ki, “Dostunun yüzüne tebessüm, eşinle oynaşman bile ibadet olur.” (hadis)
ÖZGÜRLÜK VE SAMİMİYET
Kur’an ahlakının bir diğer niteliği de, hürriyet ve samimiyettir.
Hürriyete ve samimiyete oturmayan davranışlar, Kur’an’ın anladığı anlamda, ne ahlak olabilirler ne de ibadet. Kur’an’ın değer verdiği hareket, insan benliğinin bir aşk alakasıyla kucaklayabileceği ve “İşte bu, benimdir” diyebileceği davranıştır. Belirli kalıpların, gizli veya açık baskılarla, şuursuzca icra edilişi veya ettirilişi, Kur’an’ın kutsadığı şeyler değil, tiksindiği şeylerdir. İlke, evrensel ve ölümsüz bir güzellikte konmuştur: “Dinde zorlama ve baskı olmayacaktır.” (Bakara, 256) Baskı veya riya ile yapılanın dış görünüşü ibadet olsa da, gerçekte o, bir lanet vesilesinden başka şey değildir. Bu lanetli ibadet, insanı mümin değil, müşrik yapmaktadır. (Ayrıntılar için bizim Mâûn Suresi adlı eserimizin okunmasını öneririz.)
Hürriyet ve samimiyet ilkesi, bizi, bir başka Kur’an gerçeğine götürür: Riya, en tehlikeli dinsizliktir. Ve dinlerine riya bulaştıranlar, en zararlı dinsizlerdir. Riyakârlık, bizzat, Hz. Peygamber tarafından, ‘gizli şirk’ olarak nitelendirilmiştir. Bu demektir ki, gerekçesi ister sosyo-politik, ister, bireysel-psikolojik olsun, riya bulaşmış ‘ibadetler’ Allah’ın rıza ve rahmetini değil, öfke ve lanetini celp etmekten başka bir işe yaramazlar. Bu gerçeği iyi bellemek için Mâûn suresini iyi okumak ve üzerinde derin derin düşünmek lazımdır. Sözün özünü, dinin tebliğcisinden dinleyelim:
“Din, samimiyetten ibarettir.”
O halde, dinin sömürüsünü meslek edinen dincilik, zehirli bir dinsizlikten ibaret olacaktır.
Yorum Gönder