Güney komşumuz Suriye’de Esad karşıtlarının başlattığı isyanın ateşi, ilk günlerdeki kadar alevli değil.
Başkaldıranları silah, ilaç ve öteki lojistik yardımlarla el altından destekleyen Başbakan Erdoğan’ın, eski dostuna karşı yüksek sesle yaptığı hücumların ise ne zamandan beri arkası gelmiyor.
Çünkü Türkiye’nin elinde koz diye bir şey kalmadığı ortadadır.
Hatay ve Gaziantep gibi iki büyük kentimizin sınır kapılarından geceleri dinlenmek üzere giren ve ertesi sabah silah başı yapan Esad karşıtı gerillaların çoğunluğunu oluşturan paralı yabancı askerlerin ve onlarla birlikte gelen hekimlerin maceraları da dünyanın en güvenilir haber ajanslarının bültenlerinde eskisi kadar yer almıyor.
Bizimle olan sınır kasabalarından birkaç tanesinde Özgür Suriye Ordusu adı verilen başkaldırıcıların, ülkelerinin belli başlı öteki kentlerinin bazılarının varoşlarında bayrak göstermesi ile ilgili haberler de giderek azalmış durumda.
Diktatörün acımasız askeri gücü, kendi yurttaşlarını öldürerek, şehir ve kasabaları yakıp yıkarak rejim karşıtlarının morallerini bozmuş görünüyor.
Başkaldırıların amaçlarına ulaşmamasında, sadece Esad güçlerinin acımasız direnişleri değil, muhalefetin saygın bir lider bulamayışının da etkisi olduğunu unutmayalım. Dağınık gruplar arasında kimin lider olması gerektiğinde anlaşamayanların bu başıbozuk durumu elbette sadece Şam hükümetine yarıyor.
Ülkenin bugünkü durumunu önceden fark etmiş ve değerlendirmiş olmalıdır ki; ayaklanmayı perde gerisinden başlatıp destekleyen Batılı devletler, taşeron olarak teşvik ettikleri Ankara ile bu doğrultudaki ilişkilerinden de vazgeçmiş görünüyorlar.
Tüm bu olgulara karşın, Esad rejiminin uzun soluklu bir süreç daha “astığı astık” şekilde ayakta kalamayacağının bilinmesinin Türkiye’ye ne yarar sağladığını, Dışişleri Bakanlığı’nın dün TBMM Bütçe Plan Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan 2013 Bütçesi üzerinde yapılan tartışmaların tüm boyutları ile ortaya çıkartması imkânsızdır.
Sayısal çoğunluğuna güvenen iktidarın komşularımızla sıfır olan sorunlarımızın tersine dönmesi karşısında bugün karşı karşıya bulunduğumuz karmaşık ve ihtilaflı durum; ulusal dış politikamızı bırakıp Batı devletlerinin taşeronu olarak kestaneleri ellerimizle ateşten almaktan başka bir sonuç vermiyor.
Davutoğlu, güney komşumuz ile körüklediğimiz krizin dışalım ve dışsatımdaki faturasını nasıl açıklayabilir ve söyleyecekleri de nasıl inandırıcı olabilir?
Krizin Rusya, İran ve Suriye arasında yapılacak ortak görüşmelerle çözülmek istendiği haberleri dün öğle üstü uluslararası haber ajanslarına düşmüş ve Türkiye’nin erken öten horoz olarak bu inisiyatife dahil edilmediği açığa çıkmıştır.
Tüm komşularımızla sorun yaratan Davutoğlu stratejisi, bizi Ortadoğu ülkelerinde bile söz sahibi olmaktan yoksun bırakmıştır.
Bu kadar yakınımızda olup bitenleri bir tribün izleyişi olarak takip etmek, ne Cumhuriyet Türkiyesi’nin ne de Erdoğan’ın düşlerindeki Osmanlı mirasçılığını savunanların hak etmediği bir sonuçtur.
Narenciye ve öteki meyve, sebze stoklarının çürümeye başladığı haberlerini, iki ay önce Hatay’a yaptığım bir gezi sırasında yerinde görmüştüm.
Aynı gezide Antakyalı TIR sahiplerinin arabalarını günlerce bağladıkları anlatılmıştı. Topraklarımız üzerinden Rusya’ya yapılan sebze meyve sevkıyatı aksadığı için yansıyan şikâyetler birbirini izlemişti.
Bölgenin AKP’li ya da Muhalefet partilerine mensup milletvekilleri bakalım bu konularda neler anlatacaklar?
Dahası hükümet inandırıcı bir savunma yapacak mı ki?
Yorum Gönder