Artık öyle kritik bir döneme geldik ki eminim ki aklı başında herkes Türkiye ve Türk Halkının geleceği konusunda büyük endişeler içinde. 2012 yılı gibi Modern Çağın çok ileri bir döneminde, kazandıkları seçimler sonucu kendilerini havalarda gören yöneticilerimizin o inanılmaz ve de öngörülmez becerileri sayesinde iç ve dış politikada ülkemiz istikametini şaşırmış gibi yönetiliyor. Erişilmesi gücümüzle münasip olmayan büyük hayaller peşindeki bir Dışişleri Bakanımız ve Avrupa Birliğine bizi dâhil ettirecek ne yaptığını, niçin yaptığını bir türlü anlayamadığımız, yurt dışına küsen ama yurt içinden çıkmak istemeyen bir AB İşleri Bakanımız var. Bu iki Bakan komşularımız ve dış dünya ile ilişkilerimizi düzeltiyorlar mı? Bozuyorlar mı? Anlayamadık gitti.
En büyük siyasi kadromuz o kadar yükseklerde ki Türk Halkının mevcut sorunlarını bir tarafa bırakmış; 2023 ve hatta 2071 yılını hedef gösteriyorlar ve bu şekildeki davranışlarını kendilerini “büyük düşünür, büyük vizyon sahibi liderler” gibi göstererek avutuyorlar. Kendilerinin Dünya çapında etkili olduklarını göstermek için yapacakları parti kongresine dost gördükleri ülke liderlerini, bu arada PKK Hareketinin açık-gizli destekçilerinden biri olarak tanıdığımız bölünmüş Irak’ın Kürt lideri Barzani’yi de davet ederek kamuoyuna şaşaalı bir görüntü sunmayı başarıyorlar. Partinin kongresi bu atmosferde tam bir Tayyip Erdoğan Show’u haline dönüşüyor. Başbakanımız coşkulu konuşmalar yapıyor, her zamanki alıştığımız tempoda, her halde danışmanlarının tavsiyesine uyarak ilkokul müsameresi benzeri bol bol şiir okuyor, ağlıyor, ağlatıyor.
Dikkatimizi çeken en önemli husus; eski bir Alman politikacısı dışında kongre salonunda, ünlü BOP nedeni ile adeta kanka olduğumuz hiçbir Amerikan ve AB. ülke liderlerinden kimsenin bulunmaması oldu. Bu sahne bizi oldukça düşündürdü ve ülkemizin artık Çağdaş Batı Dünyasından kopmaya ve Orta Çağın Dinsel karanlık dünyasına hızla sürüklendiği endişesine kapıldık. Bunun en önemli nedeni 2012 yılında bile, gerek Türkiye ve gerekse İslam ülkelerinde “Laiklik” kavramının iyi bilinmemesi, hala anlaşılamamış olmasıydı.
AKP liderlerinin çok iyi başardığı işlerin başında Demokratik Laik Cumhuriyetin canına okumak geliyor. AKP liderlerinden biri çocukların hayır dualarla okullarına uğurlanmasını tavsiye ederken bir yandan da büyük bir iş yapıyormuş gibi:”Korkmayın bu sizin Laikliğinize halel getirmez” diyerek aklınca Laiklik ve bu düşünce sistemine saygılı olanlarla dalgasını geçiyor. Aslında Bakanlık seviyesine yükselmiş ve iyi eğitim almış gibi görünmelerine rağmen sorun aldıkları Din yanlı eğitimden kaynaklanmaktadır. Tecrübelerimize dayanarak açıkça söylemek isteriz ki, ülkemizi yöneten çoğu Radikal Muhafazakâr kesimin Milli Mücadele ve Cumhuriyet Tarihi ve hatta Türk İnkılâp Tarihimiz konularındaki bilgileri sıfırdır. Hatta araştırmalara, incelemelere dayanan eserleri okuyarak öğrenme yerine belirli kaynakların kasıtlı olarak uydurup yaydıkları iddiaları gerçek gibi benimseyip tekrarlamaları nedeniyle eksi bile sayılabilir. Onların bu cehaletinden nasibini almış konuların belki de en başında Laiklik ilkesi ve Laiklik anlayışı gelir.
1982 Anayasasının bütün maddelerini değiştirdiler ve hatta daha da değiştirebilme imkânına sahipken yeni bir Anayasa istemelerinin en önemli nedeni bizce bu ilkeyi yeni Anayasadan dışlamak veya en azından etkinliğini sulandırmak olmalıdır. Oysa eğer gelecekte çocuklarımızın, torunlarımızın özgür bir Türkiyede yaşamasını istiyorsak her şeyden önce Laiklik İlkesinin zedelenmemesi için büyük gayret göstermeliyiz. Çünkü özgürlüklerin başında “ Din ve Vijdan özgürlüğü” gelir. Bu konuda bazı temel bilgileri sunmanın yararlı olacağı düşüncesindeyiz.
Nazım Poroy bu konuda yaptığı bir araştırmada Din anlayışı ile görüşünü şöyle belirtiyor:
“Bir dinin tam bir din olması için kendini yalnız bir inanç şeklinde tanıtması yetmez. İnsanın o inancını meydana vurması, kendini yarattığını kabul ettiği büyük varlığa minnetini ve şükranını göstermesi lazımdır. Bunu da istediği ve bildiği gibi yapabilmelidir ki, din ve vicdan hürriyeti tam olsun. Bu minnet ve şükran gösterisi ayin adını verdiğimiz merasimdir. Bunun içindir ki, bir dinin tam olması içim, o dinin ayininin de bulunması lazımdır. Ayinsiz din bir felsefe yoludur, din değildir”.(1)
Bu nedenle din ve vicdan hürriyeti dediğimiz zaman hem inanç, yani kanaat hürriyetini, hem de bu kanaatini göstermek (ibadet) hürriyetini anlayacağız. İşte insanların bu hürriyetlerine ait işlere din işleri diyoruz.(2)
Aydınlanma çağı dediğimiz 18.yüzyılda toplum düzeninde imtiyazlı unsurlar (asiller, devlet düzeni, siyasal ve ekonomik haklar) tartışılırken, bir kısım bilim adamları da doğrudan doğruya ruhban sınıfına, dolayısıyla dine, dini inançlara hücum etmişler, farklı yorumların doğmasına ve gelişmesine sebebiyet vermişlerdir.(3)
Laikliğin tanımına gelince: Laique, Latince (Laicus) aslından alınma Fransızca bir kelime olup, lügat manası ile ruhani olmayan kimse, dini olmayan şey, fikir, müessese, sistem, prensip demektir. Aslen Yunanca Laikos sıfatından geldiği belirtilmektedir. Yunanda din adamı sıfatı taşımayan kişilere laikos denilmekteydi.(4)
Çeşitli düşünürler, laiklik kavramının belirli bir noktasını göz önünde bulundurarak ayrı ayrı tanımlar vermişlerdir. a. Felsefi Tarif: Kant, Comte, Durkheim, Marx gibi düşünürler, laikliğin daha çok felsefi tarifi üzerinde durmuşlardır. Bunlara göre laiklik insana, insan aklına, beşerin ebedi tekâmülüne iman getirmektir.(5) Devlet dinde hiçbir hakikat payı bulmaz ve bu bakımdan devleti dinden uzaklaştırmaya çalışır. Laik olan devlet kiliseye karşıdır. Bu iki değer birbirine zıt bir kutuptur. Bu şekilde laiklik anlayışını benimseyip kabul edenler olduğu gibi, laikliğe ayrı bir mana verip “dinsizlik” olarak vasıflandıranlar da vardır. Bu kişilere göre “devletin dine karşı oluşu ile bitaraf oluşu arasında bir fark yoktur” ve hepsi dinsizlik demektir.
b.Siyasi tanım: Diğer bir görüşe göre laiklik, liberalizmin dini kaynağıdır. Devletin otoritesinin sınırlandırılması fikrinin gelişmesinde siyasi kudretin dini kudretten ayrılması önemli bir unsur olmuştur. Siyasetin ve dinin birbirine karıştığı teokratik devlette otoritenin sınırlandırılmasına imkân yoktur. Buna karşılık laik devlette teşkilatlanmış din, devlet otoritesinin sınırlandırılmasında rol oynar. İnsanın en büyük değer olarak ortaya çıkması iledir ki, tabii hal ve ahlak devletin dışında ve onun üstünde bir realite olarak teşekkül etmiştir. Devlet tabii hukuk ve ahlaka tabi olur ve bunlar onu sınırlar.
c.Hukuki tanım: Bu konuda da birleştirilmiş bir tanım yoktur, en çok kullanılan tanım; “Devlet ile din işlerinin ayrılması” şeklindedir. Buna göre devlet, bir dine inanmak veya inanmamak konusunu tamamen kişisel bir problem sayar. Devlet fertlerin sadece maddi yönü ile ilgilenir ve onların uhrevi alandaki mutlak serbestîsini kabul eder. Kendisi devlet olarak hiç bir dini tanımaz ve bu dine ait ayinlere karışmaz. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapmayacağı gibi, bunların işlerine “ibadet şekli ve esaslarına da” hiçbir şekilde karışmaz.(6)
Bütün bu değişik düşünce sistemlerine rağmen Batının en demokrat ülkelerinden kabul edilen Fransa’da din ve devlet işlerinin ayrılması ve laiklik düşüncesinin tam olarak kanunlaşması ancak 1905’de kabul edilen bir kanunla sağlanabilmiş ve bundan sonra laiklik tam anlamı ile uygulanmaya başlamıştır.(7) Laiklik konusu bu tarihten sadece 20 yıl kadar sonra yeni Türkiye’nin gündemindedir. Askerler tarihsel, evrensel boyutları olan dev bir reformu gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır.
Bu ilke ile beklenen amaçlar şunlardır: 1. Türkiye Cumhuriyeti’nin her ferdi geniş bir “din ve vicdan hürriyet”ine sahip olacak ibadet, dini ayin ve törenlerini serbestçe yerine getireceklerdir.
2.Devletin resmi bir dini bulunmayacaktır (Anayasa’dan “Türkiye Devletinin resmi dini İslam’dır” ifadesi ve bununla birlikte 26.maddedeki “şeri hükümlerin yerine getirilmesi” ifade ve milletvekili ve Cumhurbaşkanı yeminindeki “Vallahi” kelimesi çıkarılmıştır). Kimse ibadet için zorlanamayacaktır. Farklı din ve mezhepten olanlar devlet karşısında farklı muamele görmeyecek, herkese yasalar önünde eşit davranılacaktır.
3.Devlet yönetimi din kurallarına göre değil, toplum ihtiyaçlarına, akla, bilime, hayatın gerçeklerine göre yürütülecek, dinle devlet işleri ayrılacaktır.
4.Eğitim ve öğretim çağdaş, akılcı ve bilimsel metotlara göre düzenlenecektir.(8) (Günümüzde eğitimle ilgili çıkarılan yasalarla birlikte normal İlk,Orta okullar ve liselerin dinsel ağırlıklı eğitim veren İmam Hatip okullarına dönüştürülmesi bu amacın dışına taşmıştır, ulusun geleceği için Yargı gücünün devreye girmesi ve Yasama ve Yürütme Güçlerini dengelemesi gerekir. Ancak geldiğimiz siyasi ortam içinde Yargı Gücünün böyle idealist bir çıkış yapması oldukça zordur.)
Çıkarılan yasalardan sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 tarihli programında, partinin ana vasıflarından biri olarak belirtilen laiklik, 1937 yılında bir Anayasa değişikliği ile Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olarak Anayasa’ya girmiştir.(9) Laiklik ilkesinin kurucusu ve garantörü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde mevcut en önemli kurum Ordu olmuştur.* Ayrıca laiklik, geçmişte olduğu gibi, günümüzde en çok tartışılan ve yakın gelecekte de en çok tartışılacak ilkelerden biri olacaktır.
Batı ülkelerinde Orduların böyle bir sorunu yoktur. Ordular genelde muhafazakâr yapıda olduklarından kilisenin yanında ve kilise ile birlikte reformlara karşı bir görüntü vermektedirler. 1920’lerin Türkiye’sinde Reformları isteyen Ordu ve onların karşısındaki en büyük engel de halk ve sivil entellerdir. Ne hikmetse, bu dönemi tartışmaktan, yargılamaktan özel bir amaç güden bazı yazarlar, bütün bu gerçekleri görmekten kaçınmaktadırlar.(10)
DİPNOTLAR:(1) Nazım Poroy, Laiklik hakkında misalli bir inceleme, s.24
(2) Aynı eser, s.24
(3) Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, s.25 (İletişim Yayınları II. Baskı, İstnabul-1983)
(4) Çetin Özek, Türkiye’de Laiklik, s.13-16 (Ada Yayınları, İstanbul), H. Eroğlu, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s.422: A.F. Başgil, a.g.e., s.151
(5) Bülent Daver, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, s.3 (Ankara-1955)
(6) Ç. Özek, a.g.e., s.2; A.F. Başgil, a.g.e.,s.151[1] N. Poroy, a.g.e., s.28
(7) N. Poroy, a.g.e., s.28
(8) Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden Laiklik, Panel, s.6-8 (Turhan Feyzioğlu, Türk tarhi Kurumu Basımevi, Ankara-1987)
(9) H. Eroğlu, Türk İnkilap tarihi, s.428
(10) Daha fazla bilgi için bkn. M. Galip Baysan: Türkiye’de Demokrasinin Kuruluşunda Ordunun Rolü, İkinci Kitap, s.216-218 (İzmir-2003)
* Ordu, bu görevini günümüze kadar her türlü siyasi baskılara rağmen başarı ile yürütmüşse de son yargılanmalarla siyasi ve yargısal baskılar nedeni ile etkinliği silinmiş gibidir.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder