‘Krize Karşı İnşaat’: Nereye Kadar? - Mustafa Sönmez

‘Krize Karşı İnşaat’: Nereye Kadar? (1)

AKP rejiminde sermaye birikimi sürecine damgasını vuran sektörün inşaat olduğu malum. İnşaatın başaktör olarak sahne alması 2001 krizi sonrası oldu. 2001 krizi öncesi, devasa açıkları olan kamuyu fonlayarak yüksek faizler elde eden para-sermaye sahipleri için, yaşanan ağır transformasyon sonrası fahiş faiz iklimi de son buldu. 2002 sonrasında iç tüketim, iç tüketimde de inşaat üstünden birikim devri açıldı. Kamuya borç veren bankalar, artık yüzlerini tüketici kredisine döneceklerdi. Konut kredisi için kampanyalar hızlanacaktı. AKP iktidarı büyük bir cinlikle Arsa Ofisi’ni RTE’ye doğrudan bağlı TOKİ’ye bağlayınca inşaatta “yürü ya kulum” dönemi de açılmış oldu. Bütçeden tek kuruş harcamadan kamu arsalarını bir tür sermaye gibi kullanan TOKİ modeli ile 10 yıl içinde 500 binin üzerinde konut inşa ettirildi. AKP yetiştirmesi, payandası irili ufaklı burjuvazinin yanında, geçmişin büyük sanayicileri hatta finansçıları hepten inşaatçı kesildi, inşattan beslenmeye başladı. 
***
İnşaatın özelikle de konut üretiminin, yeni dönemin birikim modelinin başaktörü durumuna getirilmesi 1980 öncesi birikim rejiminden farklı bir şey. İKSV Tasarım Bienali kapsamında 15 Ekim Salı günü Büyükdere Koleksiyon’da bir konuşma yapan Prof. Dr. İlhan Tekeli Hoca, “Kentsel dönüşümün neden vakti geldi?” sorusunu sorduktan sonra şunu söylüyordu;
“1960’lı yıllarda Türkiye planlı ekonomiye girdiğinde, konut harcamaları bir yatırım konusu olarak ele alınıyordu. (…) Günümüzde ise konuta bir yatırım olmaktan çok tüketimi çoğaltılarak ekonomiyi canlandırmakta yararlanılabilecek bir dayanıklı tüketim malı olarak yaklaşılıyor. Genellikle konutun 135 farklı sektörle ilişkisi olduğu söylenerek ekonominin krize düştüğü dönemlerde ekonomiyi canlandırmak için konut harcamalarının artırılması teşvik edilmektedir.”
İnşaat, diğer sektörleri sürükleyen bir faaliyet. İlk kazma vurulunca inşaat malzemesi üreten çimento, cam, tuğla, seramik, boya, demir-çelik, ahşap vb. sektörlerin tümünün çarkları dönmeye başlar. Bankaların kredi çarkı dönmeye başlar. Uluslararası fonlara gün doğar. Binaların bitişiyle içinin donanımı; beyaz eşya, otomotiv sanayine alan açar. Konutların pazarlanması emlak pazarlama sektörüne, pazarlama, ilanlar yoluyla medyaya alan açar… Bu böyle zincirleme birçok sektörü tetikler. Ama bütün bu faaliyetlerin ana karakteri, bir meta olarak konutun ağırlıkla “iç pazara” dönük bir üretim olmasıdır. İhracının yani, dışarıdan, dövizle alıcısının sınırlı kalmasıdır.
***
İnşaatın “iç pazara dönük” karakterinin tamamlayıcısı, “ithalata” bağımlılığı. Bir tek arsa girdisi yerli sayılabilecek inşaatta, çimento bile ithal enerji kullanıcısı olarak döviz harcayan bir sektör. Geleneksel müteahhitlikten Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları’na geçiş yapan inşaat firma grupları, en büyük ithalatçı olmanın yanında en büyük borçlanıcı, yani dış kaynak kullanıcıları aynı zamanda.
Özetle, “İnşaat ya Resulullah!” diyerek son 10 yılı inşaat odaklı birikim ile geçiren -İslamcısı, TÜSİAD’cısı ile- Türkiye burjuvazisi, gelecekte de inşaattan özellikle “Kentsel Dönüşüm” adıyla cilalanan yeni sürece dört elle sarılmış durumda.
Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de felaketin, afetin birçok hukuksuzluğa ve barbarlığa gerekçe yapıldığını biliyoruz. Yaşam hakkını gerçekleştirmek için yaşadığımız konutların depreme dayanıklı hale getirilmesine kim karşı çıkabilir? Betondan birikimi sürdürmenin yeni aşaması sayılan “Kentsel Dönüşüm”e de afete karşı olmak gerekçesinin, soyguna meşrutiyet kazandırmak için tepe tepe kullanıldığının her gün birçok örneğine rastlıyoruz.
Afete karşı önlem hikâye, kâr ve sermaye birikimi gerçektir… Ancak burada da deniz, sonsuz değildir. Gidilecek yol hele bugünün Türkiye şartlarında oldukça sınırlıdır. İnşaat ipi, yılları taşıyacak, sermayeyi kuyudan çekip çıkaracak kadar güçlü değildir, hatta boyuna, ayağa dolanması işten bile değildir. Bunun neden böyle olduğuna yarın devam edeceğim…

 ‘Krize Karşı İnşaat’: Nereye Kadar? (2)


Özellikle AKP iktidarına denk gelen yıllarda, Türkiye’de sermaye birikiminin ana rüzgârı inşaat sektörünün bundan sonrasında da sürükleyici bir aktör yapılmak istendiğini, bunun için de “deprem” gerekçeli “Kentsel Dönüşüm” düzenlemesinin icat edildiğini biliyoruz. Hedeflenen, yılda 350 bin konutluk bir ek talep yaratmak…
Farklı kalitelerdeki bu konutların nasıl üretileceği, dahası iç ve dış talebin nasıl yaratılacağı sorusu yanıt bulmalıdır. Üretim için en önemli girdi olan arsayı AKP rejimi “ekonomi dışı zor”a başvurarak sağlamayı taahhüt ediyor. Her tür kamu arsasına el koymanın yetkisi, ilgili bakanlığa verilmiş zaten. Bunların arasında rantı çok yüksek askeri alanlar da var, kent merkezlerindeki okul, hastane gibi kamu binaları, hatta tarımsal alanlar, ormanlar bile… Dahası, proje bütünlüğünü sağlamak iddiasıyla, hiç risk taşımayan binalar da dönüşüm adası içindeyse yıkılıp arsası kullanılabilecek.
Operasyonun ihtiyaç duyacağı sermayeyi, bir yandan TOKİ başka kamu arsalarının doğrudan, dolaylı satışı ile sağlıyor. Buna 2B satışından elde edilecek kaynaklar eklenecek. Ama yine de bu proje, dönüp dolaşıp merkezi bütçeyi tırtıklayacak, açığını büyütecek. Ama asıl kaynağın, dışarıdan temini umuluyor. 320 milyar doları geçen dış borç stokunun üçte ikisi özel kesimin ve bunların içinde de inşaat-gayrimenkul sektörü başı çekiyor. Bu, dışarıdan borçlanmanın devam edeceği anlamını taşıyor. Ama daha önemlisi bu konutların satışı, pazarlanması ve paraya tahvilidir. Bu nasıl olacak?
***
Kentsel dönüşüm, riskli konutların sahiplerini, konutlarını yenilemeye mecbur tutuyor. Bu, kapitalizm öncesine ait despotik bir kavrama, “ekonomi dışı zor”a denk düşen bir düzenleme. Borçlanamayacak durumda olanların ise, eline üç-beş kuruş tutuşturularak konutsuz, barınaksız bırakılması, mülksüzleştirilmesi gündemde.
Krize karşı inşaatın etkili olabilmesi, esasta, iç talebe bağlı, ama orada da aile borçlanması, kapasitesinin sınırına gelmiş durumda. 2010 ve 2011’in yüzde 9 puanlık büyümesine ortalama 5 puan katkıda bulunan hanehalkı harcamaları, 2012’nin ilk yarısında bıçak gibi kesildi, yüzde 0.2 azaldı. Ailelerin tüketici kredisi, kredi kartı kullanımı ve diğer yollarla borçlanmalarının toplamı 300 milyar TL’ye yaklaşıyor. Bu, hane gelirlerinin yüzde 55-60’ı demek. TÜİK anketleri ailelerin yüzde 62’sinin borçlu olduğunu ve bunların önemli bir kısmının da borç yükümlülüklerinde zorlandığını ortaya koyuyor.
***
İnşaat üstünden birikimde dış talebe de umut bağlanmış, ama eldeki veriler pek umut vermiyor. Yıllık ihracatı 150 milyar doları bulan Türkiye’de dışarıya gayrimenkul satışları, bu yılın ilk 8 ayında 1.5 milyar doları ancak buldu. Ama pes edilmiş değil. Yakınlarda yer alan bir haberde şöyle deniyordu:
“Türkiye’nin önde gelen gayrimenkul grupları Şubat 2013’te 192 metre uzunluğundaki gemiyle Körfez seferi yapacak. Gemide proje maketleri yer alacak. 10 günlük Dubai, Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Kuveyt turunda milyar dolarlık satış beklentisi var.” Umut, sadece fakirin değil, zenginin de ekmeği!..
Sonuç olarak, dünya ekonomisinin pek umut vermediği önümüzdeki yıllarda ihracat iddiasında ısrar etmeyen Türkiye kapitalizmi, umudunu iç pazara, daha çok da inşaata, zorunlu konut yenilemeye bağlamış durumda. Ne var ki, burada iç talep, hanelerin borçlanarak ya da gönüllü borçlanmayla konuta talepleri, umulanı karşılamaya yeterli görünmüyor. Bunda da ülkede işi olanın geleceğe güven duymaması, işini her an kaybetme kaygısı olması, gelirin insafsızca adaletsiz bölüşümü en önemli etken. Bu da inşaatın, ne yapılırsa yapılsın, uzun vadede bir kurtarıcı olmasına imkân vermeyeceğini gösteriyor. Ama yine de köşeye sıkışan AKP rejimi ve sermayedarları kamu arsalarını, kentin dokusunu yağmalayabilecekleri kadar yağmalamaktan geri durmayacaklar. Zaman, kentine ve kendine sahip çıkmanın zamanı…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget